Bir ressam, fırçasını tuvale sürdüğünde konuşur. Renkleriyle, çizgileriyle, boşluklarıyla… Onun dili budur. Bir bestekâr, notalarla konuşur. Sessizliğin içine ezgiler serpiştirir, sonra onları bir anlamın omurgasına dizerek zamanla konuşur. Bir yazar ise kelimelerle örer dünyasını; her cümlede yeni bir soluk, her paragrafta yeni bir evren kurar.
Her sanat, her zanaat, her meslek... Kendi tanımını içinde taşır. Lakin soru şu: Bir tanım, gerçekten tanımladığı şeyi ne kadar kapsayabilir? Ne kadarına dokunabilir, ne kadarını dışarıda bırakır?
Tanım, bir sınır çizme çabasıdır aslında. Bir kavramın etrafına çizilen görünmez bir çit. Bu çit, hem içeriyi korur hem dışarıyı dışlar. Bu nedenle her tanım biraz eksiktir; biraz seçici, biraz unutkandır. Bir ressamın sadece eserleriyle anılması, onun içsel fırtınalarını, geceyle kurduğu dostluğu, hayatından süzülen ince esintileri kapsayabilir mi? Bir bestekârın besteleri, ruhunun kıvrımlarındaki hüzünleri, çocukluğundan kalan bir melodiyi taşıyabilir mi?
Belki tanım, hakikati bir pencereden görmek gibidir. Pencerenin çerçevesi vardır ve görünen her zaman sınırlıdır.
Dilin Sınırı, Dünyanın Eşiği
Felsefenin diliyle sorarsak: Tanım nedir? Bir açıklama mı? Bir anlaşma yolu mu? Yoksa bir kısıtlama mı?
Wittgenstein der ki: "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır." Tanım da işte bu dilin çocuğudur. Her tanım, dünyayı nasıl gördüğümüzü, neyi önemsediğimizi ve neyi göz ardı ettiğimizi yansıtır. Tanım bir araçtır; ama aynı zamanda bir perdedir. Gerçeği açar da, örter de.
Bir ressamın tablosu onun elleridir, evet. Ama onun gözleri nerededir? Kalbi, korkuları, hayalleri nerede durur o resmin içinde? Bilim insanının buluşu zekâsını gösterir; fakat uykusuz gecelerini, içindeki tutkulu çocuğu, yıkılıp tekrar kurulduğu anları göstermez. Tanımlar, bu sessiz tarafları çoğu kez duymaz.
Tanım, Bir Başlangıçtır
Tanım, bir başlangıç olabilir; ama hiçbir zaman varış noktası değildir. Belki de bir kapıdır sadece. Gerçeğe uzanan değil, ona davet eden bir kapı. O kapıyı açmak, içeri girmek, bakışımızı derinleştirmek bize düşer. O yüzden, tanımları kesinlikler değil, sorular olarak görmeliyiz.
Kültürün Rengini Taşıyan Tanımlar
Bir tanımın evrensel olduğu düşüncesi, çoğu kez yanıltıcıdır. Çünkü tanımlar, zamanın ve kültürün renklerini taşır. Batı'da bireysel ifade olarak yüceltilen sanat, Doğu'da bütünsel bir varoluşun simgesi olabilir. Bir toplumda bir bilim insanı kahramandır, bir diğerinde ise bir kolektif çabanın sessiz temsilcisi.
Tanım, sadece tanımlananı değil, tanımlayanı da açığa çıkarır. Onun dünyasını, dilini, alışkanlıklarını... Bu da gösterir ki, tanım sadece bilişsel bir etkinlik değil, aynı zamanda kültürel bir izdüştür.
Elmanın Tanımı ve İnsan Zihninin Aynası
Şimdi bir elmayı düşünelim. Yuvarlaktır, kırmızıdır, tatlıdır belki... Ama bu mudur? Elmanın kokusu, dokusu, ağacının dallarında rüzgârla dans eden hali nerede? Ya da bir çocuk için elmanın annesinin sesiyle birleşmiş anısı?
Tanım burada yetersiz kalır. Çünkü tanım, sadece nesneyi değil, aynı zamanda tanımlayan zihni de yansıtır. Elma kadar, tanımcının da hikâyesidir o anlatım. Sınırları belirlerken, sınırın hangi tarafından baktığını da ortaya koyar.
Zamanın Parmak İzleri: Tanımın Evrimi
Hiçbir tanım zamana direnemez. Çünkü zaman, her tanımın üzerine kendi parmak izlerini bırakır. “Sanat” bir zamanlar Tanrı’ya adanmıştı; şimdi bireyin iç yolculuğuna dönüştü. “Bilgi” kutsaldı, şimdi veriye dönüştü. “Kimlik” değişmez sanılıyordu; şimdi akışkan bir özelliğe sahip.
Tanım, zamana direnemez. Çünkü dünya dönüyorsa, tanım da döner. Ve bu dönüşüm, onu esnek, yeniden yorumlanabilir bir yapı hâline getirir.
Tanımın Hizmet Ettiği Yerler
Tanım, bazen bilimsel kesinliktir; bazen hukukun sert çizgisi. Bazen de sanatın belirsizliği içinde gezinir. Tanım, iletişim kurmak için bir araçtır. Anlaşmak, anlatmak, anlamak için...
Ancak kullandığımız alana göre tanımın doğası değişir. Bir matematik tanımıyla bir şiir tanımı aynı dili konuşmaz. Çünkü biri kesinliğin, diğeri belirsizliğin çocuğudur.
Anlam, Tanımın Sığamadığı Okyanus
Tanım, anlamın bir yüzü olabilir. Ama anlam, derindir. Yaşanmışlıklar, hisler, özlemler, kültürler... Tüm bunlar, tanımın sözlük sınırlarına sığmaz.
Bir şiirin tanımı yapılabilir; ama o şiirin sana ne hissettirdiği, hangi acını okşadığı, hangi umudunu yeşerttiği, sadece senin bilebileceğin bir şeydir. Anlam, çok boyutludur. Tanım ise, bu çok boyutluluğun sadece bir izdüşümüdür.
Tanımı Aşmanın Yolları
O hâlde tanımlar yetersizse, onları nasıl aşarız?
-
Çoklu bakışlarla: Aynı şeyi farklı açılardan görmeyi öğrenerek.
-
Diyalogla: Başka zihinlerle çarpışarak, yeni anlamlar doğurarak.
-
Deneyimle: Bilgiyi yaşanmışlıkla derinleştirerek.
Ve elbette metaforla ve sembollerle. Çünkü metaforlar, kelimelerin dokunamadığı yerlere dokunur. Semboller, çağrışımın kapılarını açar. Tanımların daraldığı yerde, onlar genişler.
Son Söz Yerine
Tanım, bir çerçevedir. Ama içini nasıl dolduracağımız bize bağlı. Tanımlar bizi sınırlamaz; yeter ki biz onları bir başlangıç, bir çağrı, bir davet olarak görelim.
Çünkü tanım, hakikatin eşiğinde duran bir kelimedir. Onun ötesine geçmek için, bazen kelimelerden vazgeçmek gerekebilir.
Yorumlar