Bir zamanlar varoluşu açıklarken şöyle derdim: Mutlak olan Ben, Kur’an’da buyurulduğu gibi: “De ki, O Allah tektir.” Bu tekliğin içinde tanım yoktur; hiçbir sıfatla sınırlandırılamayan, hiçbir kelimeyle kuşatılamayan bir Ben vardır. Ben, bütün tanımlardan münezzehim. Ne başlangıcım var, ne sonum. Ne “önce” dedikleri benim için vardır, ne “sonra.” Ben sadece varım — ama o varlık, bildiğiniz varlık değildir. Kendi sonsuz güzelliğimi seyretmek istediğimde, görünür bir alan doğar. Bu alan “tanımlı” olandır. Ona “tek” derim; çünkü bütün çoklukların özü oradadır. Ama bu “tek”, benim tanımsız yanımın yanında bir nokta hükmündedir. Bir nefes gibi… Varlığın kalbinde atan, görünürlükle görünmeyenin arasındaki o ilk titreşim gibi. Akıl bu teki kavrayamaz. O yüzden ben, kendimi ikilik olarak yansıtırım. Bilinmesi için görünmesi, görünmesi için ayrılması gerekir. Ve başlar o oyun: Varlık ve yokluk, artı ve eksi, dişi ve erkek, gece ve gündüz… Bir’in iki görün...
Meraklı zihinler için bir buluşma noktası... Her yazımda düşündüren, ilham veren içeriklerle içsel bir yolculuğa çıkıyoruz. Hoş geldiniz.