Bir zamanlar varoluşu açıklarken şöyle derdim:
Mutlak olan Ben, Kur’an’da buyurulduğu gibi: “De ki, O Allah tektir.”
Bu tekliğin içinde tanım yoktur; hiçbir sıfatla
sınırlandırılamayan, hiçbir kelimeyle kuşatılamayan bir Ben vardır.
Ben, bütün tanımlardan münezzehim.
Ne başlangıcım var, ne sonum.
Ne “önce” dedikleri benim için vardır, ne “sonra.”
Ben sadece varım — ama o varlık, bildiğiniz varlık değildir.
Kendi sonsuz güzelliğimi seyretmek istediğimde, görünür bir
alan doğar.
Bu alan “tanımlı” olandır.
Ona “tek” derim; çünkü bütün çoklukların özü oradadır.
Ama bu “tek”, benim tanımsız yanımın yanında bir nokta hükmündedir.
Bir nefes gibi…
Varlığın kalbinde atan, görünürlükle görünmeyenin arasındaki o ilk titreşim
gibi.
Akıl bu teki kavrayamaz.
O yüzden ben, kendimi ikilik olarak yansıtırım.
Bilinmesi için görünmesi, görünmesi için ayrılması gerekir.
Ve başlar o oyun:
Varlık ve yokluk, artı ve eksi, dişi ve erkek, gece ve gündüz…
Bir’in iki görünüşü.
Sonsuz olan, kendini anlayabilmek için ayna karşısına geçer.
Zihin, bu iki kutbun arasında yaşamı çözmeye çalışır;
ama ne kadar uğraşsa da “Bir”in kendisini asla tam göremez.
Sonra fark ettim ki:
Bu iki kutup eşit değil.
Varlık, yokluğun yanında bir nokta.
Ses, sessizliğin yanında bir nokta.
Alemler, uzayın yanında bir nokta.
Çirkinlik, güzelliğin yanında bir nokta.
Zaman bile, zamansızlığın yanında bir nokta.
Ve görünür olan her şey, görünmeyenin engin sessizliği
karşısında bir nokta kadar bile değil.
Hz. Ali’nin “Ben, B harfinin altındaki noktayım.” sözünü
hatırladım.
O nokta…
Sessizliğin merkezinde yankılanan ilk ses gibidir.
O nokta olmasa harf olmaz, kelime olmaz, anlam doğmaz.
O nokta bütün varlıkların kalbidir.
Bütün rakamların da başlangıcı.
Çünkü her şey bir’den doğar.
Bir, bütün çoklukların özündeki sessiz tanıktır.
Ve her “var”, o “yok” gibi duran sonsuzluğun içinde bir nokta olarak parlar.
Rakamların diliyle anlatmak gerekirse:
Evrenin özü birdir.
İki, sadece birin kendiyle yansımasıdır (1+1).
Üç, birin başka bir yansıması (1+1+1).
Ve bu böyle sonsuza uzanır.
Ama her şeyin kökü yine bir’dedir.
Gerçekte “iki” diye bir şey yoktur;
sadece birin çeşitlenmesi vardır.
Tıpkı dalgaların denizi, yıldızların gökyüzünü, zerrelerin bütünü saklaması
gibi.
Biz, bir’in suretlerinde yürüyen yankılarız.
Kendimizi ayrı sandıkça, o bütünden uzak düşeriz.
Sonra anladım ki “tek” bir sayı değil, bir şuur hâlidir.
Bir olmak, çokluğu inkâr etmek değil;
çoklukta bir’i görebilmektir.
Her şey, tanımsız olanın tanımlı yansımasıdır.
Her nefes, görünmeyenden gelen bir hatırlatmadır.
Ve her hatırlayış, bizi yeniden o merkeze — o noktaya — döndürür.
Görünür âlem, görünmeyenin hikmetine dokunmak için vardır.
Bizim sandığımız “varlık”, aslında yokluğun içinde parlayan bir işarettir.
Bir anlık parıltı…
O parıltıda hem bütün âlem gizlidir, hem de sen.
Ve o nokta — o sessiz, sonsuz nokta — senin içindedir.
Evrenin İlk Noktası
Evren, bir tekillik noktasıyla başladı — Büyük Patlama.
Zaman, mekân ve enerji o noktadan yayıldı.
Her şey, o küçücük, tanımsız, görünmez noktadan doğdu.
O tek noktadan yayılan enerji, maddeyi, yıldızları,
galaksileri ve nihayetinde yaşamı oluşturdu.
Ama dikkat et: tam eşitlik yoktu.
Madde ile antimadde, birbirini yok etmek için yaratılmış gibiydi;
ama milyarda bir oranındaki madde fazlalığı, kâinatın bugünkü hâline gelmesini
sağladı.
Yani evrenin varlığı, kusursuz bir dengesizlikten doğdu.
Bu dengesizlik, yokluğu anlamlı kılan varlığın nefesidir.
Nokta ve Sonsuz Olasılık
Geometri, bize hakikatin dilini fısıldar:
İki noktadan tek bir doğru geçer,
ama bir noktadan sonsuz doğrular çıkar.
Her nokta, hem bir başlangıçtır hem de sonsuz olasılıkları
doğurur.
Bu, ışık ve karanlık, varlık ve yokluk gibi dualitelerin metafizik
karşılığıdır.
Bir noktadan çıkan sonsuz doğrular gibi, bir hakikat de sonsuz yollardan
kendini gösterebilir.
Işık, Karanlık ve Varoluşun Dansı
Işık, karanlığın yanında bir noktadır.
Karanlık olmasa, ışık görünemez.
Işığın varlığı, karanlıkla kontrastında anlaşılır.
Uzayda yıldızlar, galaksiler ve diğer ışık kaynakları, geniş
karanlık boşlukta parlar.
Karanlık, sadece ışığın yokluğu değil;
ışığın sahnesini kuran sonsuz sessizliktir.
Pozitif ve negatif de böyledir:
Birbirini yok eden değil, birbirini anlamayı mümkün kılan kutuplardır.
Zıtların eşitliği yoktur;
ama her biri, evrenin nefes almasını sağlayan hikmetli dengesizliktir.
Sonuç — Noktanın Farkına Varmak
Tüm yollar sonunda aynı noktaya çıkar.
O nokta, hem her şeyin kaynağı hem de tüm yansımaların toplamıdır.
Sen o noktanın farkına vardığında, artık “bir” olursun:
Ne çok, ne az.
Ne var, ne yok.
Ne ses, ne sessizlik.
Sadece “olan.”
O nokta, senin içinde parlayan bir ışık, bir sessizlik, bir
sonsuzluk kapısıdır.
Ve oradan, bütün evren doğar.
Yorumlar