9 Ocak 2011 Pazar

BAŞ İÇİN ÇARELER

Zihni uysallaştırmak ve (ara sıra) onun dışına çıkmak







-TEŞHİS-



Zihin biyolojik bir bilgisayardan ibarettir. Çocuk doğduğunda bir zihne sahip değildir; içinde sürekli gevezelik eden bir şey yoktur. Bu mekanizmanın işlemeye başlaması neredeyse üç veya dört yıl alır. Ve kızların oğlanlardan daha erken konuşmaya başladığını görürsün. Onlar daha büyük gevezelerdir! Onların biyolojik bilgisayarları daha üstün kalitededir.



Bu mekanizmayı bilgiyle beslemek gerekir; geriye doğru dönüp hayatını hatırlamaya çalışan erkeklerin dört yaşlarına, kadınların ise üç yaşlarına doğru bir yerlerde takılıp kalması bu yüzdendir. O noktadan ötesi bomboştur. Sen dünyadaydın; birçok şey olup bitmiş, bir sürü olaylar olmuş olmalı ama kayda geçilmiş hiçbir anı yokmuş gibi görünüyor, bu yüzden hatırlayamıyorsun. Oysa dört veya üç yaşından sonra olanları çok net olarak hatırlayabiliyorsun.



Zihin verilerini ebeveynlerden, okuldan, diğer çocuklardan, komşu, akraba, kiliselerden toparlıyor. Her yer kaynaklarla dolu. Konuşmaya yeni başlamış çocukların aynı kelimeyi nasıl tekrar tekrar söylediğini görmüş olmalısın. Ne coşku ama! Onların içinde yeni bir mekanizma harekete geçmiştir.



Cümle kurmaya başladıklarında bunu da son derece büyük bir coşkuyla tekrar tekrar yapacaklardır. Soru sormaya başladıklarında, her ama her şeyle ilgili bir soru soracaklardır. Senin vereceğin yanıtlar onların umurunda değil, unutma! Bir çocuğu soru sorarken izle; o senin vereceğin yanıtla ilgili değildir bu yüzden lütfen ona Ana Britanica Ansiklopedisi'nden yanıtlar verme. Çocuk senin vereceğin yanıtla ilgilenmez, o yalnızca soru sorabiliyor olmanın keyfine varmaktadır. Yeni bir yeti onun içinde hayat bulmuştur.



Ve bu şekilde toplamaya devam eder; sonra okumayı öğrenecektir....gelsin yeni sözcükler. Ve bu toplumda sessizlik para etmez; sözcükler eder, kendini ne kadar düzgün bir şekilde ifade edebilirsen, o kadar çok kazanırsın. Senin liderlerin nedir? Senin politikacıların nedir? Senin rahiplerin, din adamların, filozofların neye indirgenebilirler? Hepsi ifadesi son derece kuvvetli insanlardır. Sözcükleri anlamlı, bir şeylerin önemini vurgulayarak, tutarlı bir şekilde kullanırlar ki insanları etkileyebilsinler.



Tüm toplumunun sözel olarak ifadesi kuvvetli insanlar tarafından yönetildiği çok ender olarak kayda geçilir. Hiçbir şey bilmiyor, her türlü bilgelikten yoksun, hatta zeki bile olmuyor olabilirler. Ama kesin olan bir şey varsa o da sözcüklerle oynamayı iyi biliyor oldukları. Bu bir oyun ve onlar bunu öğrenmişler. Ve bu onlara her şekilde saygı, para ve güç kazandırıyor. Bu yüzden herkes bunu deniyor ve zihin bir sürü sözcükle, bir sürü düşünceyle doluyor.



Ve her bilgisayarı istediğin anda açıp kapatabildiğin halde zihni kapatamıyorsun. Böyle bir düğme yok. Tanrı dünyayı yarattığında, insanı yarattığında, zihnini açıp kapaması için bir düğme yaratmış diye bir veri yok. Böyle bir düğme mevcut değil o yüzden doğumdan, ölüme kadar bu böyle sürüp gidiyor.



Bilgisayardan ve insan beyninden anlayan insanların son derece tuhaf bir fikri var: bir insan beynini kafatasından çıkarıp yapay bir şekilde canlı tutabildiğimizde, aynı gevezeliğin sürüp gittiğini görürüz. Artık ondan mustarip olan kişiye bağlı olup olmadığı onu ilgilendirmez; rüya görmeye devam eder. Artık makinalara bağlı olduğu halde hala rüya görmeye, hayal etmeye, korku duymaya, yansıtmaya, umut etmeye, şu veya bu olmaya çalışmaya devam eder. Ve artık yapabileceği hiçbir şey olmadığının, bağlı olduğu kişinin artık orada olmadığının hiçbir şekilde farkında olmaz. Bu beyni makinalara bağlı olarak binlerce yıl canlı tutabilirsin; o gevezelik etmeye, henüz ona yeni şeyler öğretmeyi başaramadığın için aynı şeyleri döndürüp durmaya devam edecektir. Ona yeni şeyler öğretmeyi başardığımızda da bu yeni şeyleri tekrarlayacaktır.



Bilim aleminde Albert Einstein gibi biri öldüğünde beyninin de kendisiyle birlikte ölüp gidiyor oluşunun büyük bir şansızlık olduğuna dair bir fikir hüküm sürüyor. Beyni kurtarıp, başka birinin bedenine nakledebilmiş olsaydık, beyin çalışmasına devam ediyor olacaktı. Albert Einstein'ın hayatta olup olmaması fark etmiyor; o beyin, görecelilik kuramı hakkında, yıldızlar ve kuramsal fizik hakkında düşünmeye devam edecek. Fikir şu ki, insanlar tıpkı kan verdikleri ve öldükten sonra gözlerini bağışladıkları gibi öldükten sonra beyinlerini de bağışlamaya başlasınlar ki, beyinleri saklanabilsin. Bu beynin özel bir beyin olduğunu, yüksek niteliklere sahip olduğunu ve ölüp gitmesinin tam bir kayıp olacağını hissettiğimizde onu nakledebiliriz.



Beyinsiz birisi Albert Einstein'a dönüştürülebilir ve bundan haberi dahi olmayacaktır çünkü kafatasının içi hissizdir; kafatasının içindeki her şeyi değiştirsen bile kişinin ruhu bile duymaz. Birinin beyninde istediğin her türlü değişikliği yapabilmen için sadece onu bayıltman yeter- beyni olduğu gibi değiştirilebilir- kişi yepyeni bir beyinle, bambaşka bir laf kalabalığıyla uyanacak ve ne olup bittiğine dair en ufak bir kuşku bile duymayacaktır.



Bu laf kalabalığı bizim eğitimimiz ve temelde de yanlış bir eğitim çünkü sana işin yalnızca yarısını, yani zihni kullanmayı öğretiyor. Onu nasıl durdurup rahatlamasını sağlayacağını öğretmiyor ve sen uykudayken bile zihnin çalışmaya devam ediyor. O uyku nedir bilmiyor. Yetmiş yıl, seksen yıl boyunca hiç durmadan çalışıyor.



Oysa zihni istediğinde açıp, ihtiyacın olmadığında kapatmak mümkün- buna meditasyon diyoruz. İki bakımdan faydalı bu: hem sana daha önce hiç yaşamamış olduğun bir huzur ve sessizlik verecek, hem de zihninin gevezeliği yüzünden şu anda mümkün olmayan bir şekilde kendinle tanışmanı sağlayacak. Zihnin seni şimdiye kadar hep meşgul tuttu.



İkinci olarak da zihnini dinlendirecek. Ve zihni dinlendirebildiğimizde o daha iyi çalışma, daha zekice işleme kapasitesine kavuşacaktır.



Böylelikle iki yönden, hem zihin hem de varlık yönünden kazanç sağlamış olacaksın, sadece zihnin işleyişini nasıl durduracağını, ona nasıl, "Bu kadar yeter; artık uyu. Ben uyanığım merak etme" diyeceğini öğrenmen gerekiyor.



Zihni yalnız gerektiğinde kullan- o zaman taze, dinç, enerji dolu olacaktır. O zaman söylediğin her söz de kupkuru değil, hayat dolu, yetkinlik dolu, hakikat ve samimiyet dolu ve muazzam derecede anlamlı olacaktır. Aynı sözcükleri kullanıyor bile olsan, zihin dinlenmekle öylesine güç toplamış olacak ki, her sözcük alev alev tutuşacak, güçle dolup taşacaktır.



Dünyada karizma olarak bilinen şey, rahatlayarak, enerjinin toplanmasına izin vermesini bilen bir zihinden başka bir şey değildir. O konuştuğu zaman şiirdir, ilahidir; konuşurken delil göstermesine, mantıklı olmasına gerek yoktur-yalnızca kendi enerjisi insanları etkilemeye yeter. Ve insanlar asla onun ne olduğuna tam olarak parmak basamasalar da, karizma diye bir şeyin varlığının daima farkında olmuşlardır.



Sana karizmanın ne olduğunu söylüyorum çünkü bunu kendi deneyimimden biliyorum. Gece gündüz çalışan bir zihin güçsüzleşmeye, donuklaşmaya, etkisini yitirip, geride kalmaya mahkumdur. O olsa olsa işe koşulur olabilir. Sebze almaya gittiğinde işe yarar. Ama bundan fazla bir gücü yoktur. Böylelikle karizmatik olabilecek milyonlarca insan zayıf, etkisiz, herhangi bir yetkinlik veya güçten yoksun olarak kalır.



Eğer bu mümkünse- ki mümkün- zihni sessizleştirip, onu yalnızca gerektiğinde kullanırsak, o zaman o büyük bir gücü de beraberinde getirecektir. O kadar çok enerji toplamıştır ki, sarf ettiği her sözcük doğrudan kalbine gider.



İnsanlar karizmatik kişiliklerin bu zihinlerinin hipnotize edici olduğunu düşünürler ama onlar hipnotize edici değildir. Onlar öylesine güçlü ve tazedir ki.....onlar için her dem bahardır.



Bu zihin içindir. Varlık için ise, sessizlik, sonsuzluğun, ölümsüzlüğün, kutsanmışlık olarak gördüğün her şeyin evrenine doğru yepyeni bir açılım sağlar. Asıl dinin, tek dinin meditasyon olduğuna dair ısrarım hep bu yüzden. Başka hiçbir şeye gerek yok. Bunun dışında her şey, esas olmayan adetlerdir.



Öz olan tek şey meditasyondur, o özün ta kendisidir. Ondan hiçbir şeyi kesip atamazsın.



Ve o sana iki dünyayı da sunar. Sana öteki dünyayı- tanrısal olanı, ilahı dünyayı- olduğu gibi, bu dünyayı da sunar. O zaman artık yoksul değilsindir. Bir zenginliğe sahipsindir ama bu maddi değildir. Zenginliğin birçok çeşidi vardır ve parası yüzünden zengin olan kişi zenginliğin en alt kategorisine aittir. Şöyle söyleyeyim: maddi zenginliğe sahip kişi, zenginlerin en fakiridir. Fakirlerin tarafından bakıldığında ise en zengin fakirdir. Yaratıcı bir sanatçının, bir dansçının, bir müzisyenin tarafından bakıldığında en fakir zengindir. Ve nihai uyanış söz konusu olduğunda ise ona zengin bile denemez.



Meditasyon sana kendi özünün dünyasını sunarak seni son noktada zengin edecektir. Aynı zamanda göreceli olarak da zengin olacaksın çünkü bu zihninin gücünü, sahip olduğun yetenekler yönünde serbest bırakacak.



Kendi kişisel deneyimime göre, herkes belli bir yetenekle doğar ve o yeteneği sonuna kadar yaşayamadığı taktirde içinde bir şeyler daima eksik kalır. O, bir şekilde orada olması gereken bir şeyin yokluğunu her zaman hissedecektir.



Zihnine rahat ver- onun buna ihtiyacı var! Ve bu çok basit: yalnızca ona tanık ol. O zaman o sana bu iki şeyi de sunacaktır.



Zihin yavaş, yavaş sessiz olmayı öğrenir. Ve sessizlikten güç aldığını bir kez kavradığında, artık onun sözcükleri yalnızca sözcük olmaktan çıkıp, şimdiye kadar hiç sahip olmadıkları bir geçerlilik ve zenginlik kazanarak, dümdüz, ok gibi hedefe gideceklerdir. Mantığın engellerinin yanından geçip, kalbin ta kendisine ulaşacaklardır.



İşte o zaman zihin sessizlikten gelen muazzam gücün elinde iyi bir uşağa dönüşür.



O zaman varlık efendidir, ve efendi zihni gerektiğinde kullanıp gerekmediğinde kapatabilir.







-REÇETELER-



ZİHİNDEN KEYİF AL



Zihni durdurmaya çalışma. O senin çok doğal bir parçan; onu durdurmaya çalışırsan delirirsin. Bu bir ağacın yapraklarını durdurması gibi olur; ağaç çıldıracaktır. Yapraklar onun için son derece doğaldır.



Demek ki birincisi: Düşünceni durdurmaya çalışma; onun hiçbir sakıncası yoktur.



İkincisi: Onu yalnızca durdurmaya çalışmamak da yetmez; ikinci adım da keyif almaktır. Oyna onunla! Bu güzel bir oyundur. Onunla oynamak, oyundan keyif almak, onu buyur etmekle zihin konusunda daha uyanık, daha farkında olacaksın. Ama bu farkındalık çok ama çok dolaylı bir şekilde gelecek; farkında olmak bir çabaya dönüşmeyecek. Farkında olmak için çaba gösterdiğinde zihin dikkatini dağıtır ve ona kızarsın. Onun çirkin bir zihin olduğunu ve sürekli gevezelik ettiğini hissedersin; sen sessiz olmak istiyorsun ama o seni bırakmıyor bu yüzden ona karşı bir düşmanlık beslemeye başlarsın.



Bu iyi bir şey değil; bu kendini ikiye bölmek demek. O zaman sen ve zihin arasında ikilik oluşur ve çelişki ve sürtüşmeler başlar. Her türlü sürtüşme intihar gibidir çünkü bu kendi enerjinin gereksiz yere boşa harcanması anlamına gelir. Kendimizle çatışarak harcayacak kadar fazla enerjiye sahip değiliz. Aynı enerji coşku duymak için lazım bize.



Yani düşüncenin işleyişinden keyif almaya başla. Düşüncelerin nüanslarını, aldıkları şekilleri, bir şeyin nasıl diğerine doğru yol aldığını, birbirlerine nasıl eklendiklerini gör sadece.



Bu, izlemesi gerçekten mucizevi bir şeydir! Küçücük bir düşünce bile seni en son noktaya kadar götürebilir ve baktığında bu ikisi arasında hiçbir bağ göremezsin.



Bundan keyif al- bırak bu bir oyuna dönüşsün. Bunu kasıtlı olarak oynadığında şaşıracaksın: bazen sırf keyif almakla, çok güzel duraklamalar yaşayacaksın. Bir anda göreceksin ki bir köpek havlıyor ama zihninde hiçbir şey belirmiyor, hiçbir düşünce zinciri harekete geçmiyor. Köpek havlamaya devam ediyor, sen de dinlemeye devam ediyorsun ama hiçbir düşünce oluşmuyor. Küçük aralıklar belirecek.... ama bunlar üretilemez. Kendiliğinden gelirler ve geldiklerinde çok güzel olurlar. Bu küçük aralıklarda izleyeni izlemeye başlarsın- ama bu da doğal olacaktır. Düşünceler yeniden belirmeye başlayacak ve sen bundan keyif alacaksın. Bunu hiç gerilmeden, sakin sakin yap. Farkındalık sana gelecek ama dolaylı olarak gelecek.



İzlemek, keyif almak, düşüncelerin şekillenişini görmek denizi milyonlarca dalgasıyla birlikte görmek kadar güzel bir şeydir. Bu da bir deniz ve düşünceler de dalgalardır. Oysa insanlar gidip okyanustaki dalgaların tadını çıkarırken, bilinçlerindeki dalgaların tadını çıkarmazlar.







ZİHNİ DEĞİŞTİR



Uzun süredir alışkanlık haline gelmiş zihinsel bir kalıbı değiştirmek istediğinde, başvurulabilecek en faydalı şey nefestir. Zihnin tüm alışkanlıkları nefes alma düzenine bağlıdır. Nefes alış düzenini değiştirdiğinde zihin anında değişecektir. Dene bunu!



Bir yargının gelmekte olduğunu, bir alışkanlığa kapılmaya başladığını gördüğün anda hemen nefes ver- sanki yargıyı nefesle birlikte dışarı atıyormuş gibi. Derin bir şekilde, göbeğini içine çekerek nefes ver ve havayı dışarı atarken, yargının tümüyle dışarı atıldığını canlandır veya hisset.



Sonra temiz havayı derin bir şekilde, iki-üç kez içine çek.



Bak bakalım ne oluyor. Bambaşka bir tazelik hissedeceksin; eski alışkanlık seni ele geçirmeyi başaramadı.



Demek ki nefes vermekle başlayacaksın, almakla değil. Bir şeyi içine almak istediğinde nefes almakla başla; dışarı atmak istediğindeyse nefes vererek. Gör bak zihin anında nasıl etkileniyor. Anında zihnin başka bir yere gittiğini, yepyeni bir esintinin geldiğini göreceksin. O eski alışkanlığın içinde olmadığın için, o eski kalıbı tekrarlamayacaksın.



Bu tüm alışkanlıklar için geçerlidir. Örneğin sigara içiyorsan, sigara içme dürtüsü geldiğinde bunu yapmak istemiyorsan, hemen derin bir şekilde nefes verip bu dürtüyü dışarıya at. Taze bir nefes aldığında dürtünün anında yok olup gittiğini göreceksin. İçsel değişim için çok ama çok önemli bir yönteme dönüşebilir bu.







"OM" U TEKRARLAMAK



Etrafında çok fazla kargaşa olduğunda veya zihnin fazlasıyla dağıldığında sadece "om"u tekrarla.



Her sabah ve akşam, yirmişer dakika rahat bir pozisyonda, gözlerin yarı açık ve aşağıya doğru bakar şekilde sessizce oturmayı alışkanlık haline getir. Nefes ağır, beden hareketsiz olmalı. İçinden "om"u tekrarlamaya başla; onu dıştan söylemene gerek yok. Dudakların kapalı olduğunda daha derine nüfuz edecektir, hatta dilin bile kımıldamamalı. "Om" u hızla ve yüksek sesle, ama içinden tekrarla. Ayaklarından başına, başından ayaklarına doğru tüm bedeninde titreştiğini hisset.



Her 'om" havuza atılan bir taşın düştüğü gibi bilince düşmeli. Halkalar yükselip, en son noktaya kadar yayılacak. Halkalar genişlemeye ve tüm bedene dokunmaya devam edecek.



Bunu yaparken hiçbir şeyi tekrarlamadığın ve her şeyin durduğu bazı anlar gelecek- ki en güzel anlar bunlardır. Bir anda susmuş olduğunun ve her şeyin durduğunun farkına varacaksın. Bunun keyfini çıkar. Düşünceler geri gelmeye başlarsa yeniden "om"a başla.



Bunu akşam yaptığında, yatmadan en az iki saat önce yap. Yoksa, yatmadan hemen önce yaparsan, uyuyamazsın çünkü öyle tazelenmiş hissedersin ki, içinden uyumak gelmez. Sanki sabah olmuş da, iyice dinlenmişsin gibi hissedersin ve uykunun anlamı kalmamış olur.



Bunu seri bir şekilde yapman gerek ama kendi ritmini bulabilirsin. İki üç günden sonra neyin sana daha çok uyduğunu göreceksin. Bazı insanlara "om"u çok hızlı, hatta birbirinin üzerine binecek şekilde tekrarlamak uyar. Bazılarına ise çok yavaş yapmak... Yani bu sana kalıyor. Her nasıl yapmak iyi geliyorsa, öyle yapmaya devam et.







"HAYIR"A DİKKAT ET



Zihin daima olumsuz olarak çalışır. Zihnin tüm faaliyeti olumsuzlamak, hayır demek üzerine kurulmuştur.



Sadece kendini izle ve gün içinde kaç kere hayır dediğini görüp, kotayı düşür. Kendini izleyip kaç kere evet dediğini gör ve o kotayı yükselt.



Git gide evet ve hayırın derecelerinde küçük bir değişiklik göreceksin ve temelde senin kişiliğin değişiyor olacak. Kaç kere evet daha kolay olacakken, hayır demeye aslında hiç gerek yokken hayır dediğini izle. Kaç kere evet diyebilecekken, ya hayır dediğini, ya da sessiz kaldığını takip et.



Her evet deyişin egoya karşı geliştir. Ego eveti yutamaz, o hayırla beslenir. "Hayır! Hayır! Hayır!" dediğinde içinde büyük bir ego belirir.



Tren istasyonuna gitmen yeterlidir: sen gişede tek başına olsan bile memur başka bir şeyle ilgilenmeye başlar ve sana bakmaz. Hayır demeye çalışmaktadır. En azından seni bekletecektir. Çok meşgulmüş gibi davranacak, şu ve bu kayıtlara göz atacaktır. Seni beklemeye zorlayacaktır. Bu ona bir güç hissi, sıradan bir memur olmadığı, herkesi bekletebildiği duygusunu verir.



Aklına gelen ilk şey "hayır"dır. "Evet" neredeyse zordur. Ancak kendini tamamen çaresiz hissettiğinde, evet demek zorunda kaldığında evet dersin. İzle bunu! Kendini evet diyen birine dönüştür; hayır demeyi bırak çünkü egoyu besleyen zehir budur.







BAŞTAN KALBE İNMEK



Duygu gerçek hayattır. Düşünce ise yapmacıktır çünkü her zaman bir şeye dairdir; asla o şeyin kendisi değildir. Şarap hakkında düşünmek seni sarhoş edemez, şarabın kendisi eder. Şarap hakkında düşünüp durabilirsin ama asla sadece şarabı düşünmekle sarhoş olamazsın. Onu içmen gerekir ve bu içme hali duygular sayesinde gerçekleşir.



Düşünmek sahte bir eylemdir, başka bir şeyin yerine geçen bir eylemdir. Sana bir şeylerin olup bittiğine dair sahte bir his verir ama aslında hiçbir şeyin olduğu yoktur. Bu yüzden, düşünmekten hissetmeye geç. Bunun en iyi yolu da kalbe doğru nefes almaya başlamaktır.



Gün boyunca, aklına geldiği kadar sıklıkta, derin bir nefes al. Nefesin göğsünün tam ortasına vuruşunu hisset. Tüm evren senin içine, kalp merkezinin olduğu yere doğru dökülüyormuş gibi hisset. Bu yer kişiden kişiye değişir; genelde sağa kayar. Fiziksel kalple hiç alakası yoktur. O tamamen farklı bir şeydir ve enerji bedenine (sübtil beden) aittir.



Derin nefes al ve bunu her yapışında, derin nefeslerle en az beş kere tekrarla. Nefesi içine çekip kalbi doldur. Bu başından kalbine inmene yardım edecektir.



Git gide daha hassaslaşacak, daha önce hiç farkına varmadığın birçok şeyi fark edeceksin. Daha fazla koku, daha fazla tat alacak, daha fazla dokunacaksın. Daha fazla görecek, daha fazla duyacaksın; her şey yoğunlaşacak. Demek ki başından kalbine doğru kaydığında tüm duyuların bir anda parıldayacak. Yaşamın, sıçramaya ve akmaya hazır bir şekilde içinde çağladığını göreceksin.







SES ÖNERİSİ



İçinde sürekli çok mutlu bir ses var, tıpkı herkeste olduğu gibi. Onu duyabilmek için yalnızca sessiz olmamız gerekiyor. Baş çok gürültülü olduğundan, kalbin bu kımıltısız, küçücük sesini duyamıyor ve gerçekten çok küçük, çok dingin bir ses bu. Her şey tamamen sessizleşmedikçe onu asla duymuyorsun, oysa seninle varoluş arasındaki bağ o. Onu bir kez olsun duymuşsan, varoluşa nereden, nasıl bir köprüyle bağlı olduğunu, onunla nasıl birleştiğini bilirsin. Onu bir kez duyduktan sonra, yeniden onun içine girmen çok kolaylaşır. O zaman ona odaklanıp, kolayca ona doğru kayıp gidebilirsin. Ve onun her içine girişinde, seni canlandıracak, sana muazzam bir kuvvet verip, canına can katacaktır.



Kişi bu iç sese tekrar tekrar girebildiğinde, asla tanrısallığın izini kaybetmez; hem bu dünyada yaşayabilip, hem de tanrısallıkla temas halinde kalabilir. Git gide püf noktasını kavradıkça, bu sesi pazar yerinde bile duymaya devam edebilirsin. Bir kez orada olduğunu bildikten sonra, onu duymak zor değildir. O zaman artık dünyanın tüm gürültüsü bile seni bu sesi duymaktan alıkoyamaz. Tek sorun onu ilk kez duymaktadır çünkü onun nerede veya nasıl bir şey olduğunu ve onun yolunu nasıl açacağını bilmiyorsundur.



Gereken tek şey git gide daha sessiz bir hale gelmektir.



Sessizce otur. Ne zaman vakit bulursan, her gün yalnızca bir saatliğine hiçbir şey yapmadan otur ve dinle. Belli bir amaç gütmeden, ne anlama geldikleri hakkında hiçbir yorum yapmaksızın etrafındaki sesleri dinle. Tamamen nedensizce dinle. Ortada bir ses var ve ona kulak vermek gerekiyor.



Yavaş, yavaş zihin sessizleşmeye başlayacaktır. Sesler yine duyuluyor ama zihin artık onları yorumlamıyor- artık onları ne taktir ediyor ne de onlara kafa yoruyor. Bir anda geştalt dönüşümü gerçekleşiyor. Zihin sessizce dış sesleri dinlerken, bir anda yeni bir ses duyuluyor ve bu dışarıdan değil, içeriden gelen bir ses. Ve bunu bir kez duyduğunda, ipin ucunu yakalamış oluyorsun.



Sadece o ipi takip et, git gide daha derine in. Senin varlığında çok derin bir kuyu gizli ve onun içine girmeyi bilenler tamamen bambaşka bir dünyada, apayrı bir gerçeklikte yaşıyorlar.







VİTES DEĞİŞTİRMEK



Kişi sürekli farklı faaliyetlerde bulunmalıdır çünkü beyin bir merkeze sahiptir. Örneğin matematikle uğraştığında beynin belli bir bölümü çalışırken, diğerleri dinlenir. Sonra şiir okursun ve bu kez matematiğin çalıştırdığı bölüm dinlenir ve başka bir bölüm faaliyete geçer.



Üniversite ve okullarda, kırk, kırk beş dakikanın sonunda ders değiştirme nedenimiz budur çünkü beynin her merkezinin çalışma kapasitesi kırk dakikalıktır.



Sonra yorulmaya başlar ve dinlenmesi gerekir ve en iyi dinlenme yöntemi de farklı bir işe geçmektir ki, diğer merkezler faaliyetteyken, o merkez dinlensin. Yani sürekli değişim çok, çok iyidir, seni zenginleştirir.



Normalde bir şeyler yaparken zihin takılıp kalır ve deli gibi o işin peşine düşersin. Ama bu kötü bir şeydir; kişi yaptığı hiçbir şeyin kendisini ele geçirmesine izin vermemelidir. Yaptığın şeye kendini ver ama her zaman efendi sen ol; yoksa köleye dönüşürsün ve kölelik iyi değildir. Meditasyonun kölesi olmak bile iyi değildir. Bir şeyi yapmayı bırakamıyorsan, ya da çok isteksizce bırakıyorsan, bu sadece zihninde nasıl vites değişikliği yapacağını bilmediğini gösterir.



Bunun için tek bir şey yap:



Ne zaman bir işle uğraşırken başka bir şeye geçmek istiyorsan, beş dakikalığına durup derin derin nefes ver. Örneğin meditasyon yapıyorsun ve meditasyonu bıraktıktan sonra başka bir şey yapmak istiyorsun: beş dakikalığına derin, derin nefes ver. Sonra bırak bedenin nefes alsın, sen alma. Zihnin, bedenin ve tüm sisteminin içindeki her şeyi dışarı attığını hisset. Sadece beş dakikalığına bunu yap ve sonra başka bir işe başla. Değiştiğini anında hissedeceksin.



Vitesi beş dakikalığına boşa alman gerekiyor. Bir arabada vites değiştirmek istediğinde önce bir anlığına bile olsa, vitesi boşa alman, boşta kalman gerekir. Sürücü ne denli becerikliyse, boşta o kadar az kalabilir. Demek ki beş dakika boyunca boşta kal; hiçbir işle uğraşmadan, bir şey yapmadan, yalnızca nefes alarak, yalnızca var olarak. Daha sonraları git gide bu süreyi kısaltabilirsin. Bir ay sonra süreyi dört dakikaya, iki ay sonra üç dakikaya indir ve böyle devam et.



Git gide, öyle bir noktaya ulaşacaksın ki bir kere nefes vermek yetecek, işi bitirmiş, kapatmış, noktayı koymuş olacaksın ve sonrasında başka bir işe başlayabileceksin.







KAFADAN KALBE, KALPTEN VARLIĞA



İnsan üç merkezden hareket eder: birincisi kafa, diğeri kalp, üçüncüsü ise göbektir. Kafandan hareket ediyorsan, düşünce üretip durmaya devam edersin. Bunlar elle tutulur hiçbir yanı olmayan, hayali şeylerdir; çok şey vaat eder ama hiçbir şey getirmezler.



Zihin çok hilebazdır! Ama seni yanıltmak için muazzam bir kapasiteye sahiptir çünkü her şeyi geleceğe yansıtmayı bilir. Sana büyük ütopyalar, arzular sunup sürekli, "Yarın bunlar gerçek olacak" deyip durur ve bunlar asla gerçekleşmez! Kafada asla hiçbir şey olmaz. Kafa herhangi bir şeyin olabileceği bir yer değildir.



İkinci merkez kalptir. O duygu merkezidir- kişi kalbi aracılığıyla hisseder. Oradayken yuvaya daha yakınsın, tam varmış değilsin ama yakınlardasın. Hissederken daha elle tutulur, daha sağlamındır. Hissederken bir şeylerin olması mümkündür. Kafada böyle bir olasılık yoktur, ama kalpte küçük de olsa bir olasılık söz konusudur.



Ama esas olan kalp bile değildir. Esas olan kalpten de daha derinde, göbektedir. Varlığın merkezi orasıdır.



Düşünme, hissetme ve varolma- üç merkez bunlardır.



Daha çok hissedersen, daha az düşünürsün. Düşünceyle savaşma çünkü düşünceyle savaşmak da yine yeni düşünceler, yeni çatışmalar üretmek demektir. O zaman zihin asla yenik düşmez. Kazanırsan, aslında zihin kazanmış olur; yenilirsen de zaten yenilmişsindir. İki türlü de yenik düşen sen olursun, bu yüzden asla düşüncelerinle savaşma. Bu boşunadır.



Düşüncelerle savaşmak yerine enerjini hissetmeye kaydır. Düşüneceğine şarkı söyle, felsefe yapacağına aşık ol, düz yazı okuyacağına şiir oku. Dans et, doğaya bak ve her ne yaparsan yap, kalpten yap.



Örneğin birine dokunurken kalpten dokun. Hissederek dokun, bırak varlığın titreşime geçsin. Birine baktığında, kaya gibi ölü gözlerle bakma. Enerjinin gözlerinden dışarıya taşmasına izin verdiğinde göreceksin ki, kalbinde anında bir şeyler olmaya başlayacak. Bu yalnızca denemeye bağlı.



Kalp en ihmal edilen merkezdir. Dikkatini ona vermeye başladığında harekete geçer. Kalp harekete geçtiğinde, zihinde dönüp duran enerji otomatik olarak kalpten geçmeye başlar. Ve kalp enerjinin merkezine -yani göbeğe- daha yakındır ve enerjiyi kafaya kadar çıkarmak aslında zorlu bir iştir.



Demek ki git gide daha çok hissetmeye başlamalısın. Birinci adım budur. Bir kez bu adımı attıktan sonra, ikinci adım çok, çok kolaylaşacaktır, öncelikle aşk duy- yolun yarısı böylelikle katedilmiş olacak. Ve kafadan kalbe inmek nasıl kolay olduysa, kalpten göbeğe inmek daha bile kolay olacak.



Göbekte sadece bir varlıktan ibaretsin- duygunun, düşüncenin olmadığı saf bir varlık. Hiçbir yere kıpırdamıyorsun. İşte hortumun ortası orası.



Başka her şey hareket halinde, kafa hareket ediyor, kalp hareket ediyor, beden hareket ediyor. Her şey hareket ediyor; her şey daimi bir akış içinde. Yalnızca varlığının merkezi, göbeğin hareketsiz, çarkın ortası orası.







MOLA



Her gün, en az bir saatliğine, herhangi bir yerde sessizce otur. Dere kenarına veya bahçeye, hiç kimsenin seni rahatsız edemeyeceği bir yere git. Kaslarını gevşet, zorlanmadan, gözlerini kapatarak zihnine, "Hadi! Ne istersen yap. Ben tanık olacak ve izleyeceğim" de.



Şaşıracaksın: göreceksin ki bir kaç an boyunca, zihin hiçbir şekilde çalışmıyor olacak. Bir kaç an boyunca, bazen sadece bir saniyeliğine zihnin durduğunu göreceksin ve o boşlukta, hayal gücün sürekli işliyor olmadan, gerçeğin ne olduğuna dair bir his edineceksin. Ama bu yalnızca anlık olacak, kısacık sürecek ve sonra zihin yeniden harekete geçecek.



Zihin çalışmaya, düşünceler harekete geçip, görüntüler akmaya başladığında bunun farkına hemen varamayacaksın. Ancak daha sonra, bir kaç dakika geçince zihnin çalıştığının farkına varıp, yolunu kaybettiğini göreceksin. Yeniden dikkatini toplayıp zihne, "Hadi. Ben yalnızca tanık olacağım" dersen, zihin yine bir saniyeliğine duracaktır.



Bu saniyeler inanılmaz derecede değerlidir. Bunlar ilk gerçeklik anları, gerçekliğe dair ilk bakış atışlar, ona doğru açılan ilk pencerelerdir. Bunlar çok küçük aralardan ibaret ve gelip, geçici de olsalar, o anlarda gerçekliğin tadını almaya başlayacaksın.



Yavaş, yavaş, git gide bu araların daha büyüdüğünü göreceksin. Ancak muazzam derecede uyanık olduğunda gerçekleşecekler.



Muazzam derecede uyanık olduğunda zihin çalışamaz, çünkü dikkatin kendisi karanlık bir odadaki ışık gibidir. Işık orada olduğunda karanlık olamaz. Sen mevcutsan zihin değildir-senin mevcudiyetin, zihnin yokluğudur. Sen mevcut olmadığında zihin çalışmaya başlar. Senin yokluğun, zihnin mevcudiyetidir.







KAFA KARIŞIKLIĞINDAN ARINMAK



Bırak kafa karışıklığı orada olsun. Bir şeyleri çözmeye, anlamaya çalışma çünkü her ne yaparsan yap şu anda faydası olmayacak. Sadece izle.



Her gece yatmadan önce yapmaya başlayabileceğin bir meditasyon var. Sadece yatağında rahat bir şekilde oturup, gözlerini kapa ve bedeninin gevşediğini hisset. Beden öne doğru eğilmeye başlarsa, bırak eğilsin. Çocuğun ana rahmindeyken içinde bulunduğu, cenin pozisyonunu almak da isteyebilirsin. Öyle hissedersen bu pozisyona geç. Ana rahmindeki küçük bir çocuğa dönüş.



Sonra yalnızca nefesini dinle, başka hiçbir şeyi değil. Yalnızca onu dinle, nefesin içeriye girip dışarıya çıkışını, içeriye girip, dışarıya çıkışını... Bunu sözelleştir demiyorum- sadece içeriye girişini hisset, dışarıya çıkarken de çıkışını hisset. Sadece bunu hisset. Bu hissin içinden muazzam bir sessizlik ve berraklığın yükseldiğini göreceksin.



Yalnızca on-yirmi dakikalık bir şey bu- en az on, en fazla da yirmi dakika bunu yaptıktan sonra uyu.



Sen yapan kişi değilmişçesine bırak bir şeyler kendiliğinden gelişsin.







İÇİNDEKİ LAF KALABALIĞINI AZAT ET



Eğer içinde sürekli içsel bir diyalog sürüp gidiyorsa, bunun bir nedeni var demektir. Onu bastıracağına, serbest bırak.



Serbest bırakılmak, kaybolmasını sağlayacaktır. O sana bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Zihnin seninle konuşmak istiyor. Dinlemediğin, önemsemediğin, kayıtsız kaldığın bir şeyi sana aktarmak istiyor. Neyi aktarmak istediğinin farkında olmayabilirsin çünkü onunla sürekli savaş halinde oldun, sürekli onun deli olduğunu düşünerek onu durdurmaya veya başka bir şeye dönüştürmeye çalıştın. Tüm saptırmalar bir çeşit bastırmadır.



Bir şey yap: her akşam uykuya yatmadan önce, kırk dakika boyunca duvara dönük oturarak yüksek sesle konuş. Bundan keyif al ve bununla kal. İki ayrı ses olduğunu görürsen, iki taraftan da konuş. Önce bir tarafı destekleyip, sonra diğer taraftan yanıt ver ve nasıl güzel bir diyalog yaratabileceğini gör.



Bunu yönlendirmeye çalışma çünkü bunları kimse için söylemiyorsun. Eğer çılgınca olacaksa, bırak öyle olsun. Bir şeyi kırpmaya veya sansürlemeye çalışma çünkü o zaman amaçtan tamamen sapmış olursun.



Bunu en az on gün, kırk dakika boyunca hiçbir şekilde karşı gelmeden yap. Tüm enerjini koy buna. On gün içinde sana bir şeyler anlatmaya çalışan, ama senin kulak asmadığın bir şeyler su yüzüne çıkacak veya farkında olduğun ama duymak istemediğin bir şey belirecek. Onu dinlersen bu sona erecektir.



Bu şekilde duvarla konuşmaya başla ve kendini tamamen ver. Işıkları ya kapa, ya iyice kıs. Bazen konuşurken içinden bağırmak, öfkelenmek geliyorsa, kız ve bağır çünkü bu ancak hissedilerek yapıldığında derine inecektir. Sadece kafadan yapıyor, cansız bir kaset gibi sözcükleri tekrarlayıp duruyorsan bunun bir yararı olmaz ve asıl şey yüzeye çıkmaz.



Sanki karşında başka biri varmışçasına hissederek ve mimiklerle konuş. Yaklaşık yirmi beş dakika içinde ısınmış olursun. Son on beş dakika ise müthiş derecede güzel geçecektir; bundan keyif alacaksın. On günün sonunda git gide içsel konuşmanın kaybolduğunu görecek ve kendinle ilgili daha önce hiç kavrayamamış olduğun bir kaç şeyi kavramış olacaksın.







24 GÜNLÜK KARAR



Yaşamın içinden çıkan bir karar iyi bir karardır; yalnızca kafadan çıkan bir karar ise kötüdür. Yalnızca kafadan çıktığında asla sonuca ulaştırıcı değildir; daima ihtilaf yaratıcıdır. Diğer alternatifler açık kalır ve zihin sürekli bir taraftan diğerine gider gelir. Zihnin ihtilaf yaratma şekli budur.



Beden her zaman şimdi-buradadır, oysa zihin asla değildir ve tüm çatışma bundan doğar. Sen şimdi ve burada nefes alıyorsun; ne yarında nefes alabilirsin, ne de dünde. Şu anda nefes almak zorundasın. Ama hem yarını, hem de dünü düşünebilirsin. Demek ki, beden şimdiki zamanda kalırken, zihin geçmişle geleceğin arasında sıçrayıp durur. Beden ve zihin arasında bir bölünme mevcuttur. Beden şimdiki zamandayken, zihin asla orada olmadığı için bu ikisi birbirleriyle hiç buluşamaz, hiç denk gelemezler. Bu bölünme endişe, acı ve gerginliğe neden olur; kişi gergindir ve bu gerginlik endişeden kaynaklanır.



Zihnin şimdiki zamana getirilmesi gerekir çünkü bundan başka bir zaman yoktur.



Bu yüzden ne zaman gelecek veya geçmiş hakkında fazla düşünmeye başlasan, sadece gevşeyip, dikkatini nefesine vermelisin. Her gün en az bir saatliğine bir koltuğa, rahat bir şekilde oturup gevşe ve gözlerini kapa. Öylece nefesini izlemeye başla. Onu değiştirmeden; sadece bak, izle. Sadece izlemenle, nefes git gide daha yavaş bir hal alacaktır. Normalde dakikada sekiz kere nefes alıyorsan, altı kere, sonra beş, dört, üç, ve sonra iki kere almaya başlayacaksın. İki-üç hafta içinde dakikada yalnızca bir kere nefes almaya başlayacaksın. Dakikada bir kere nefes almaya başladığında, zihin bedene yaklaşıyor olacak.



Bu küçük meditasyon sayesinde, nefes almanın tamamen durduğu anlar ortaya çıkacak. Üç, dört dakika geçecek ve nefes sonra gelecek. O zaman bedeninle uyum içinde olacaksın ve şimdiki zamanın ne olduğunu kavrayacaksın. Yoksa bu sadece bir kelimeden ibaret olarak kalacak; zihnin hiç bilmediği, deneyimlemediği bir şey bu. O geçmişten ve gelecekten anlar, yani sen "şimdiki zaman" dediğinde onun bundan anladığı, geçmişle gelecek arasında, yani arada kalan bir şeydir ama zihin böyle bir deneyime sahip değildir.



Demek ki yirmi dört gün boyunca, her gün bir saatliğine kendini nefese bırakarak, nefesin sürüp gitmesine izin ver; o bunu otomatik olarak yapar. Sen yürürken nefes otomatik olarak devam eder. Yavaş, yavaş küçük boşluklar olacak ve bu boşluklar sana şimdiki zamana dair ilk deneyimini sunacaktır. Bu yirmi dört, yirmi beş günün sonucunda aniden bir karar beliriverecektir.



Hangi kararın ortaya çıktığı konunun dışındadır. Önemli olan nereden çıktığıdır; ne olduğu değil, nereden geldiğidir. Eğer kafadan geliyorsa sefalet yaratacaktır. Ama senin bütünlüğünden doğuyorsa, o zaman asla bir an bile olsa pişmanlık duymayacaksın. Şimdiki zamanda yaşayan bir kişi pişmanlık nedir bilmez; o asla arkasına dönüp bakmaz. Asla geçmişini, anılarını değiştirmediği gibi, geleceğini ayarlamaz da.



Kafadan çıkan bir karar çirkin bir şeydir. Karar sözcüğü Latince'de "kesip, atmak" kökeninden geliyor; o seni kesip atar. İyi bir kelime değildir. Gerçeklikle bağını kesiyor olduğu anlamına gelir. Kafan seni sürekli gerçeklikten alıkoymaktadır.

Hiç yorum yok: