9 Ocak 2011 Pazar

KALP SANATI

Sevgi Potansiyelini Beslemek







-TEŞHİS-



Fazlasıyla kafaya takılmış haldeyiz. Tüm eğitimimiz, tüm uygarlığımız kafaya takılmış durumda çünkü kafa teknolojik alanda çeşit çeşit ilerlemeler sağladı ve biz her şeyi bundan ibaret sanıyoruz.



Kalp bize ne verebilir ki? Doğru; kalp sana üstün bir teknoloji sunamaz, büyük bir endüstri, büyük paralar kazandıramaz. Sana coşku ve kutlama sunabilir. Sana güzelliğe, müziğe, şiire dair müthiş bir his sunabilir. Sana aşkın ve nihai olarak duanın dünyasının yolunu gösterebilir ama bunlar alınıp, satılabilecek şeyler değildir. Kalbin sayesinde hesap cüzdanını şişiremezsin, büyük harplerde savaşıp, atom bombaları, hidrojen bombaları üretemezsin ve kalbini kullanarak insanları yok edemezsin. Kalp yalnızca yaratmayı, kafa ise yalnızca yok etmeyi bilir. Kafa yıkıcıdır ve tüm eğitimimiz kafada takılıp kalmıştır.



Üniversitelerimiz, kolejlerimiz, okullarımız hep insanlığı yok etmekteler. Onlar hizmet verdiklerini sanıyorlar oysa yalnızca kendilerini kandırıyorlar. İnsanoğlu dengeyi bulmadıkça, hem kalbini, hem kafasını birlikte geliştirmedikçe sefalet çekmeye ve bu sefalet git gide artmaya mahkumdur. Git gide kafaya daha da takılıp kaldıkça, kalbin varlığını iyice unuttukça, içinde bulunduğumuz sefaletin boyutları da artacaktır. Cehennemi dünya üzerinde yaratıyoruz ve git gide daha fazlasını yaratacağız da.



Cennet kalbe aittir. Ama olup biten şu: kalp tamamen unutuldu, artık kimse onun dilinden anlamıyor. Mantıktan anlıyoruz ama aşktan anlamıyoruz. Matematikten anlıyoruz ama müzikten anlamıyoruz. Git gide dünyevi şeylere daha aşina hale geliyoruz ve kimsenin bilinmeyen yollara sapmaya, aşkın, kalbin bilinmeyen labirentlerine dalmaya gözü yemiyor gibi görünüyor. Düz yazının dünyasına alışırken, şiir öylece yok olup gitti.



Şair öldü, ki bilimle, gizemli olanın arasındaki köprü şairdir. İşte bu köprü kayboldu. Bir tarafta -son derece güçlü, muazzam derece güçlü, dünyayı, yaşamı tümüyle sona erdirmeye hazır- bilimadamı dururken, diğer, ücra uçta tek tük bir kaç mistik- bir Buda, bir İsa, bir Zerdüşt, bir Kabir- duruyor. Bizim anladığımız anlamda güçten tamamen yoksunken, başka bir anlamda da müthiş derecede güçlüler ama biz o dilden tamamen habersiziz. Ve şair de ölmüş durumda, ki felaketlerin en büyüğü de bu. Şair yok olup gidiyor.



Şairden kastım, aynı zamanda ressam, heykeltraş da. İnsanın sahip olduğu tüm yaratıcılık, git gide daha fazla mal üretmeye indirgeniyor. Yaratıcı olan tutunamazken, üretim yaşamın amacı haline dönüşüyor.



Yaratıcılık yerine üretime değer veriyoruz: hep nasıl daha fazlasını üretebileceğimizi konuşuyoruz. Üretim sana bir takım mallar sunar ama değerler sunamaz. Üretim seni dıştan zenginleştirebilir ama içten yoksullaştıracaktır. Üretim, yaratı değildir. Üretim çok vasat bir şeydir ve en aptal insan bile bunu yapabilir; kişinin sadece onun nasıl yapıldığını öğrenmesine bakar.



Oysa şair ölmüş durumda; o artık yaşamıyor. Artık şiir adına varolan şey ise neredeyse düz yazı. Resim adına varolan şey, üç aşağı, beş yukarı delilik. Bunu Picasso, Dali veya diğerlerinde gözlemleyebilirsin- klinik vakalardır bunlar! Picasso bir dahidir ama aynı zamanda hastadır, klinik bir vakadır. Resimleri katarsisten başka bir şey değildir; ona yardımı dokunur, bir nevi çıkarma gibidir. Midende bir sorun olduğunda yediklerini çıkarmak seni rahatlatır. Resim yapmak da Picasso'ya bu şekilde yardım ediyordu; eğer resim yapamasaydı, delirirdi. Bu ona iyi geliyordu; onu delirmekten kurtarıyordu; deliliğini tualin üzerine boca ediyordu. Peki ya o resimleri satın alıp, odalarına asıp, bakanlar? Onların da huzuru kaçmaya başlayacaktır.



Benim bahsettiğim tamamen bambaşka bir yaratıcılık. Bir Taj Mahal…sadece dolunaylı bir gecede onu izlemekle bile içinde büyük bir meditasyonun uyanması kaçınılmazdır. Veya Khajuraho, Konark, Puri tapınakları- sadece onlar üzerine meditasyon yapmakla, cinselliğinin nasıl aşka dönüştüğünü göreceksin. İşte bunlar yaratıcılığın mucizeleridir.



Avrupa'daki büyük Katedraller, yerin, göğe ulaşmaya duyduğu özlemdir. Yalnızca bu büyük eserleri görmek bile, kalbinde büyük bir şarkının belirmesini sağlayacak veya üzerine büyük bir sükunet inecektir. İnsanoğlu şairane, yaratıcı dürtülerini ya kaybetti ya da bunlar öldürüldü. Artık mallarla, aletlerle, git gide daha da çok şey üretmekle fazla ilgiliyiz. Üretim niceliğe, yaratım ise niteliğe bakar.



Kalbi geri getirmek zorunda kalacaksın. Doğanın yeniden farkına varman gerekecek. Yeniden gülleri, nilüferleri izlemeyi öğrenmen gerekecek. Ağaçlarla, kayalarla ve nehirlerle bir kaç temasın olması gerekecek. Yıldızlarla yeniden sohbete başlaman gerekecek.







-REÇETELER-



SEVMENİN COŞKUSU



Ne zaman sevsen, coşkulu olursun. Sevemediğin zaman, coşku da duyamazsın. Coşku sevginin bir parçası, onun bir gölgesidir; sevgiyi takip eder.



Demek ki, git gide daha çok sev ki, daha coşkulu olasın. Sevginin sana geri dönüp, dönmediğine aldırma, konu kesinlikle bu değil. Coşku otomatik olarak sevgiyi takip eder, geri dönse de, dönmese de, öteki sana karşılık verse de, vermese de. Sevginin güzelliği burada, sonucunu kendi özünde barındırmasında, değerini kendi özünde barındırmasında yatar. Ötekinin vereceği karşılığa bağlı değildir; tamamen senindir o. Kime karşı sevgi duyduğunun- bir köpeğe, kediye, ağaca veya kayaya mı- hiç önemi yoktur. Kaya hiç karşılık vermemiş olabilir- vermiş de olabilir ama konu bu değil. Sevdiğin için coşku duyarsın. Seven bir kişi coşkuludur.



Bu sırrı bir kez anladığında, günün yirmi dört saatini coşku dolu geçirebilirsin. Yirmi dört saat boyunca sevgi doluysan ve sevmek için artık sevgini yöneltecek nesnelere bağlı kalmıyorsan, git gide daha bağımsızlaşıyorsun demektir çünkü artık yanında kimse olmadan da sevgi duyabiliyorsundur. Seni çevreleyen boşluğun ta kendisini sevebilirsin. Odanda yalnız otururken, tüm odayı sevgiyle doldurursun. Hapiste bile olsan orayı bir kaç saniye içinde bir tapınağa dönüştürebilirsin. Orası, sevgiyle doldurduğun anda hapishane olmaktan çıkacaktır. Oysa sevgi olmadan, bir tapınak bile bir hapishaneye dönüşür.







KALBİN YAPRAKLARINI AÇ



Bazen kalbin orada durur ama bir çiçek gibi değil de bir tomurcuk gibidir. Ama tomurcuk, bir çiçeğe dönüşebilir. Bir şey yap: bir nefes çalışmasına başla. Bunu boş mideyle, ya yemekten önce ya da yemek yedikten üç saat sonra yap.



Havayı tümüyle dışarı at- derin nefes vererek, mideni içine çek ve havayı olduğu gibi boşalt. Havanın tümüyle dışarı çıktığını hissettiğinde, olabildiğince uzun süre, iki veya üç dakika boyunca onu dışarıda tutmaya çalış. En iyisi üç dakikadır. Bu zor da olsa, yavaş, yavaş bunu yapabilmeye başlayacaksın; tamamen havasız kalacaksın ve sonra hava içine hücum edecek. Onun hücum edişinden büyük bir coşku, büyük bir canlılık duyacaksın ve bu hücum kalbinin açılmasına yardım edecek.



Bir şeyin kalbine nüfuz etmesi gerekiyor. Ne zaman istersen bunu yapabilirsin. Ama bir seansta yedi kereden fazla yapma. Gün boyunca bunu, üç, dört, beş kere hatta daha fazla kereler tekrarlayabilirsin, bunda bir sorun yok. Yalnızca bunu boş mideyle yapmayı unutma ki, havayı gerçekten dışarı atabilesin. Ve sonra bırak, olabildiğince uzun süre dışarıda kalsın. Ve korkma; ölmezsin çünkü nefesini tutman imkansızlaştığı anda, kontrol senden gidecek ve hava içeri doğru hücum edecektir. Git gide nefesini üç dakika boyunca tutabilmeye başlayacaksın ve o zaman hava içeri hücum ettiğinde kalbinin yapraklarını da açacak.



Kalbi açmanın en önemli yöntemlerinden biridir bu.







NEFES ALIR GİBİ SEV



Nefesini biriktirirsen ölürsün çünkü nefes bayatlar, ölür. Canlılığını, hayat kalitesini yitirir. Aynı şey aşk için de geçerlidir. O da bir nevi nefes gibidir, ve her an kendini tazeler. Bu yüzden kişi ne zaman sevme konusunda bir çıkmaza girip, nefes almayı keserse, hayat tamamen anlamını kaybedecektir. Ve insanların başına gelen şey budur; zihin o kadar ağır basıyor ki, kalbi bile etkisi altına alıyor ve kalbi bile sahiplenici bir şeye çeviriyor. Kalp sahiplenmek nedir bilmez ama zihin onu da kirletiyor, zehirliyor. Yani unutma. Varoluşa aşık ol ve bırak sevgin nefes almak gibi olsun. Nefes al, nefes ver ama bırak alıp, verdiğin sevgi olsun. Git gide, her nefeste sevginin o büyüsünü yaratman gerek. Senin meditasyonun bu olacak: nefes verirken, sevgini varoluşa doğru akıtıyormuşsun gibi hisset. Nefes alırken ise, varoluş sevgisini sana akıtıyor.



Kısa süre sonra nefesinin niteliğinin değişmekte olduğunu göreceksin. O zaman daha önce bildiğin her şeyden tamamen farklı olmaya başlayacak. Hindistan'da nefese yalnızca nefes değil, prana yani hayat diyor oluşumuz bu yüzden. O sadece oksijenden ibaret değil; orada başka bir şey daha var, hayatın özü, kendi tanrısallığın orada yatıyor. Onu davet edersek, nefesle birlikte, ona takılıp gelecektir.



Bırak bu senin meditasyonun, senin tekniğin olsun. Sessizce oturarak, nefes alırken, içine sevgiyi çek. Bu sana heyecan verecek; bir nevi içsel bir dansı hissetmeye başlayacaksın.







SEVGİLİNİN NEFESİ



Nefes alma deneyimi git gide daha derinleşmeli, daha dikkate alınmalı, gözlenmeli, incelenip, tahlil edilmeli. Duygularının nefes alışını nasıl değiştirdiğini, ve bunun tam tersini yani nefes alışının duygularını nasıl değiştirdiğini gör. Örneğin korktuğunda nefesindeki değişikliği izle. Sonra bir gün korktuğunda aldığın gibi nefes alıp, vermeyi dene. Şaşırtıcı bir şekilde göreceksin ki, nefesini tam olarak korktuğunda olduğu gibi ayarlayabilirsen, içinde anında bir korku belirecektir.



Birine derin bir aşk duyduğunda nefesini izle. Sevgilinin elini tutarken, ona sarılırken nefesini izle. Sonra bir gün, sessizce bir ağacın altında otururken, kendini yine aynı şekilde nefes alırken gözlemle. Aynı ritmi yakala, aynı geştaltın içine gir. Sevgiline sarılırken aldığın gibi nefes alırsan şaşıracaksın: tüm varoluş senin sevgilin olacak! Yine içinde büyük bir aşk yükselecek. Bu ikisi el ele gider.



Nefesini izle çünkü nefesin o aşk dolu ritmi en önemli şeydir: senin tüm varlığını baştan aşağıya dönüşüme uğratacaktır.







İKİ KİŞİ BİR OLARAK NEFES ALDIĞINDA



Sevgi dolu anlarını git gide daha yakından izle. Uyanık ol. Nefesinin nasıl değiştiğini gör. Bedeninin nasıl titreştiğini gör. Sevdiğin adam veya kadına sarılırken bunu bir deneye çevirirsen şaşıracaksın. Bir gün, sarılırken, birbirinin içinde erirken öylece en azından bir saat oturursan şaşıracaksın: yaşadığın en psikodelik deneyimlerden biri olacak bu!



Bir saatliğine, hiçbir şey yapmadan, yalnızca birbirine sarılmakla, birbirinin içine düşüp, bir olmak, erimekle, yavaş yavaş nefes de bir olacaktır. İki ayrı beden ama tek bir kalp olarak nefes alacaksınız. Birlikte nefes alacaksınız. Ve birlikte nefes aldığınızda- çabayla değil yalnızca bu denli büyük bir aşk hissettiğiniz için nefes de takip edecektir- bunlar en müthiş, en değerli anlara dönüşecek, bu dünyaya değil, onun ötesine ait olacaklardır.



Böyle anlarda meditatif enerjiye ilk bakışlarını atmış olacaksın. O anlarda dil bilgisi pes eder ve lisanın vadesi dolar. Bunu söyleme çabasında lisan son bulur ve bu ölümün ta kendisine, sonunda asla söyleyemeyeceği şeye işaret eder.







BİLİNÇLİ OLARAK EL ELE TUTUŞUN



Arkadaşının elini tuttuğunda bunu uyanık olarak yap. Bak bakalım elinden bir sıcaklık çıkıyor mu, çıkmıyor mu. Yoksa eli istediğin kadar tutsan da bir iletişim veya bir enerji aktarımı gerçekleşmez. Eli tutuyor olsan da o buz gibi soğuk ve donuktur. Orada herhangi bir titreşim, bir nabız yoktur: enerjin arkadaşına doğru akmamaktadır. Bu boşunadır. Boş bir hareket, aciz bir harekettir.



Bu yüzden birinin elini tutarken, içinin derinliklerinde enerjinin akıp akmadığını izle ve enerjiyi yönlendirmeye, buraya getirip, oraya götürmeye yardımcı ol.



Başlangıçta bu yalnızca bir hayal etme egzersizi olsa da, enerji hayal gücünü takip edecektir. Bunu yapabilirsin... Arada sırada, nabzını tut ve nabzın bir kaç dakikalığına yükseldiğini, daha hızlı attığını hayal et. Nabzını yeniden aldığında hızlanmış olduğunu göreceksin. Hayal gücü kökü oluşturur; enerjiyi kanalize eder.



Birinin elini tutarken onu bilinçli bir şekilde tutup, enerjinin ona doğru aktığını, elinin git gide daha sıcak ve davetkar olduğunu hayal edersen müthiş bir değişime tanık olacaksın.







SEVGİ DOLU GÖZLERLE BAK



Birine baktığında, sevgi dolu gözlerle bak. İnsanlara bakarken, gözlerinden onlara sevgi akıt. Yürürken etrafına sevgi yayarak yürü. Başlangıçta bu hayal etmekten ibaret olsa da, göreceksin bir ay içinde gerçeğe dönüşecek. Diğerleri senin artık daha sıcak bir kişiliğe sahip olduğunu, senin yanına yaklaşmanın müthiş hissetmeye yettiğini, bunu yapmakla bir esenlik hissinin belirdiğini fark edecekler.



Bunu bilinçli bir çabaya dönüştür- sevginin daha farkında ol ve daha çok sevgi yay.







KENDİNE AŞIK OL



Biraz da bunu dene....Yalnız başına bir ağacın altına oturup, ilk kez olarak kendine aşık ol. Dünyayı unut, yalnızca kendine aşık ol. Manevi arayış, aslında kişinin kendisine aşık olmayı arayışıdır. Dünya diğerlerine aşık olmaya dair bir yolculuktur- maneviyat ise kendine aşık olma yolculuğudur.



Maneviyat çok bencildir; kişinin kendini arayışı, kişinin kendi manasını arayışıdır. Kendi varlığını kutlamak, kendinin tadını almaktır. Ve bu tat içinde belirmeye başladığında....biraz bekle, biraz daha ara. Kendi biricikliğini hisset, kendi varlığından zevk al. "Doğmasaydım ne yapardım? Burada olmasaydım bunu kime, nasıl şikayet ederdim?" diye düşün.



Varsın! Bu gerçek bile, bu kadarı bile, "Varım" diyebilecek kadar farkındalık bile, mutluluğa açılan bir olasılıktır- sadece tüm bunlardan biraz sevinç duy.



Bırak tüm bunların tadı, her gözeneğine işlesin. Bunun heyecanıyla ayaklarının yerden kesilmesine izin ver- içinden dans etmek geliyorsa dans et, kahkaha atmak geliyorsa kahkaha at, veya canın bir şarkı söylemek istiyorsa şarkı söylemeye başla. Ama tüm bunların merkezine kendini koymayı unutma ve bırak mutluluk pınarı dışarıdan bir yerden değil, senin içinden aksın.

Hiç yorum yok: