Şefik Can
CİLT 1
Bu güldestesini, çocuk yaşta bana
farsca ve arapca öğreten Mevlana'dan Sa'diden, Hafızdan beyitler ezberleten merhum ve mağfur
babam Yıldızeli müftüsü Mehmet
Tevfik Balcı'nın aziz ruhuna ithaf
ediyorum.
ÖNSÖZ
Hazreti Mevlana'nın Aşıklar Dîvanı diye adlandırdığı bu mübarek kitabı doksan bir yaşında olduğum halde baştan sonuna kadar gözden
geçirerek Hak aşıkları için hazırlamak gücünü ve aşkını bana veren Cenab-ı Hakka hamd ü senalar. Aziz Peygamber Efendimize salatü
selamlar, ve Hz. Mevlana'nın bu aciz kula olan himmetinin
eksilmemesini niyaz ederim. "Büyük Dîvan" anlamına gelen
Divan-ı Kebîr Hz. Mevlana'nın
heyecanla, gönül coşkunluğuyla
söyledigi ilahî aşk şiirlerini
toplayan kitabın adıdır.
Beyit sayısı altı ciltlik Mesnevî beyitlerinin
toplamının iki mislidir. Çünkü
altı ciltlik Mesnevî beyitlerinin toplamı yirmibeş bin otuz birdir. Halbuki
Dîvan-ı Kebîr'in rubaî beyitlerini de dahil edersek, beyit
sayısı elli bine yaklaşmaktadır.
Bu mübarek dîvanı Tahran
Üniversitesi profesörlerinden Firüzanfer merhum büyük ebadda yedi cilt halinde
bastırmıştır. Bendeniz pek güvenilir olan bu dîvanı esas tutarak, aldığım her gazelin
altına Farsça bilenlerin doğru
okumaları için her gazelin veznini yazdığım gibi, gazelin hangi ciltten alındığını ve
numarasını da kaydettim.
Bilindiği gibi dîvan îslamî
edebiyat'ta şairlerin yazdıkları kendi şiirlerini alfabe sırasıyla bir araya getirdikleri kitabın adıdır. Dîvanlar
şairlerin adlarıyla birlikte
söylenirdi, mesela Dîvan-ı Bakî, Dîvan-ı Fuzulî, Dîvan-ı Hafız diye adlandınlır
ve her gazelin son beytinde muhakkak şairin adı geçerdi. Bu geleneğe uyularak, neden
Mevlana'nın şiirlerini toplayan
dî-vana "Dîvan-ı Mevlana", yahut "Dîvan-ı Celaleddin" denmemiştir de Dîvan-ı Kebîr, Dîvan-ı Şems-i Tebrizî denmiştir. Elli bine
yakın beyti ihtiva eden çok büyük ebadda bir kitap
olduğu için Divan-ı Kebîr denmekle
beraber asıl onun dîvanına
Dîvan-ı Şems-i Tebrîzî denmiştir.
Mevlana gazellerinin sonlarında,
kendi adı yerine hep Şems-i Tebrîzî
adını kullanmıştır. Nadir olarak bazı gazellerinde, Selahaddîn-i Zerkubî adını anmış bazan da
"Hamuş" lakabını kullanmıştır.
Bu hal Yunan filozoflarından
Eflatun'un durumuna benzer, Sokrates'in hiç eseri olmadığı
halde, talebesi Eflatun bütün eserlerinde, hep Sokrates'i konuşturmuştur. Kendini Sokrates'in ismi
altında gizlemiştir. Mevlana da
gönül verdiği Tebrizli Şems'i öne
almış, kendini onun adı altında gizlemiştir.
Bazıları bu
hali anlamazlar da, Divan-ı Şems-i
Tebrîzî kitabında bulunan şiirleri
Şems'in yazdığını zannederler. Hz. Şems'in şiiri yoktur, onun sadece Makalat adlı bir
kitabı vardır.
Zaten Mevlana Şems'le buluşmamış olsaydı, o
coşkun, heyecanlı şiirleri ihtiva eden Divan-ı Kebîr de
meydana gelmezdi. Nitekim Hz. Mevlana "Tebrizli Şems bana
skender gibi, taç, taht, saltanat, verdi de ben mana ordusunun başkumandanı oldum." demiştir.
Mevlana ile Şems'in birbirlerine
karşı duydukları ilahî sevgiden
burada uzun uzun bahs edecek değilim, bu konuda fazla
bilgi almak isteyenler Ötüken Neşriyat'ın yayınladığı
Mevlana kitabına bakabilirler.
Ben burada şu kadarını söyleyebilirim ki, Şems Mevlana'da kendini gördü. Mevlana da Şems'de kendini gördü, onlar birbirlerine ayna oldular.
Birbirlerinin hakikatını gördüler ve
birbirlerine aşık oldular. Yanlış
anlaşılmasın, ne Şems Hak'tır, ne de Mevlana; her ikisi de
birer kuldur, ancak arif bir şairin dediği gibi, "Allah adamları haşa Hak değillerdir ama Hak'tan da ayrı değillerdir." Onun için Mevlana kendi
şiirlerinde hep Şems'i yad etmiştir. Bu yüzdendir ki kitabının adına "Şems
Dîvanı" denmiştir.
Mevlana, Şems mahlasını kullanmıştır amma, aslında Şems yoktur, Hak vardır. Çünkü Şems-i Tebrîzî bir bahanedir, asıl Allah
sevgisi vardır. Yahya Kemal merhumun bir şiirinde aba var, post var, meydanda er yok, Horasan erlerinden
bir haber yok, der. Diyar-ı Rum'a gelmiş evliyadan; evet islam diyarlarının en mamur bölgeleri, Semerkand'lardan,
Buhara'lardan, Horasan'dan velîler gelmez olmuş; gelmez
olmuş amma îslam ülkeleri yine boş
değil. Baba Kemal Hocendî ne güzel söylemiş, "Hak aşıkları,
erenler gittiler, aşk şehri boş kaldı diye düşünme, dünya Şems-i Tebrîzîlerle doludur
amma, Mevlana gibi bir kişi nerede ki hakikatı
görsün."
DÎVAN-I KEBÎR TERCÜMELERÎ
Dîvan-ı Kebîr'in tamamı Abdulbaki Gölpınarlı merhum tarafından yedi cilt halinde
Türkçeye tercüme edilmiş ve Kültür Bakanlığı'nca yayınlanmıştır. Ayrıca
Dîvan-ı Kebîr'den dilimize seçmeler de yapılmıştır.
Midhat Baharî merhumun 1927 senesinde eski harflerle
çıkmış bir Destegül'ü olduğu gibi, yine Midhat Baharî hazretleri, ran edîblerinden Hidayet
Han'ın Dîvan-ı Şems'ül-Hakayık adlı
kitabını üç cilt halinde dilimize
tercüme etmiştir.
Bu tercüme Kültür Bakanlığı
tarafından yayınlanmıştır,. Ne yazık ki
bu üç ciltlik tercümede, Mevlana'ya ait olmayan bir çok şiirler vardır. Bu şiirler bir takım Şiî ve îsmailiye mezhebinde olan şairlerin
şiirleridir. Ne yazık ki bu şiirlerin bir ayıklama yapılmadan dilimize çevrilmesi yurdumuzda, Mevlana'nın yanlış tanınmasına sebep olmaktadır. Ayrıca Abdülbaki Gölpınarlı'nın
Dîvan-ı Kebîr'den seçtiği, nesir
halinde tercüme ettiği ve Güldeste adını verdiği şiir kitabı, 1955 yılında Remzi kitabevi tarafından yayınlandı.
Ayrıca Erzurumlu brahim Hakkı Hazretleri de, Dîvan-ı Kebîr'den kırk, elli kadar şiiri dilimize manzum
olarak çevirmiş, bunların bir kısmı, Marifetndme'de, bir kısmı dadivanında
bulunmaktadır. Bu şiirler, Şefik Can tarafından derlenmiş, bugünün Türkçesine çevrilerek Divaan-ı
Kebîr'deki şiirlerle beraber, bir kitap haline
getirilmiştir, fakat bu kitap henüz yayınlanmamıştır.
Abdülkadir Gölpınarlı merhumun seçtiği, manzum olarak dilimize
çevirdiği şiirler de 1980 senesinde
Gözlem yayınevince yayınlandı, bu kitabın adı
Bugünün Diliyle Mevlana'dır.
Dîvan-ı Kebîr'den yabancı dillere de tercümeler yapılmıştır. Prof. Dr. Annemaria Schimmel
tarafından Almanca'ya manzum olarak elli altı gazel tercüme ve neşr edilmiştir.
Reynold A. Nicholson'un Dîvan-ı Şems-i Tebrizi'den seçme şiirlerini de
unutmamalıyız.
Dîvan-ı Kebîr'den, Rusça ve Japonca'ya
kadar bir çok dünya dillerine seçme ve tercüme yapılmıştır.
Mevlana Dîvan-ı Kebir'deki şiirlerini islamî edebiyattaki nazım şekillerinden olan gazel şeklinde
söylemiştir. Bilindiği gibi gazel,
konu olarak lirik aşk şiirlerini ele
alır. Gazellerde şekil itibarıyla birinci beyitteki mısralar kendi
aralarında kafiyeli olup, gazelin diğer beyitlerinin ikinci mısraları, birinci beyitle aynı kafiyededir ve her
gazelin bütün beyitleri aynı vezinle yazılır ve her beyit konu itibarıyla küçük bir şiir parçasıdır. Nasıl rubaîler
dört mısrada aynı konuyu işlerlerse, her gazelin her beyiti ayrı
ayrı konuları taşıyabilir.
Bu beyitler sadece vezin ve kafiye bakımından bir araya gelmişlerdir. Eğer bütün beyitler aynı konuyu işlerlerse o gazele "yek avaz"
adı verilir ve çok makbul sayılır. Mevlana bu gelenege uyarak gazellerinin bazılarında her beyitte ayn bir konuyu işlemiştir, ama Mevlana çoğu zaman mesela on beş beyitlik bir
gazelinde bile aynı konuyu terennüm etmiştir. Bu yüzden biz Mevlana'nın
gazellerini okurken, her beyiti ayrıca bir konuyu işleyen küçük bir şiir parçası sayabiliriz.
Gazeller tercüme edilirken, beyitlerden en fazla dikkat
çekeni o gazele başlık olarak
alınmiştır.
Metinlerde bu başlık yoktur. Bu
sebeple biz herhangi bir gazeli okurken aynı gazelde
çeşitli konulara değinilmesine şaşmamalıyız. Her beyiti ayrıca dikkatle okumak,
manalarının derinliğine varmak ve düşünmekle onun zevkine
varılır.
Hak şairlerinin çoğu zaman yazdıkları
şiirlerde mey (şarap) ve sevgiliden
bahs etmekte olduklarını herkes
bilir. Bunlara akıl erdiremeyen bazı
kişilerin yanlış fikirlere
sapmamaları için, bu mecazî deyimlerin açıklanması gerekmektedir.
Hz. Mevlana da büyük bir Hak aşığı olduğu için şiirlerinde kendisinden ewel gelen Hak aşıkları gibi bu konulara çoğu zaman değinmiştir. Nitekim büyük Hak aşıklanndan, Esad
Erbilî hazretleri de dîvanının
önsözünde bu konuya temas etmişlerdir. (Dîvan-ı Esad, Erkam yayınları, s. 7)
Ariflere göre mey (şarap) gam ve
kederden eser bırakmayan Allah sevgisidir. Buna Mansur
şarabı, aşk
şarabı, Hak şarabı da denir. Bu manevî şarap insanı kendinden alır başka alemlere götürür. Meyhane
tabirine gelince, Hak aşıklarına
mahsus ibadet yerleridir. Nitekim Şeyhülislam Yahya Efendi
şu beytinde bu konuya değinmiştir: "Mescidde riya pîşeler etsün ko
riyayı / Meyhaneye gel ne riya var ne müraî" Yani
gösteriş için camide namaz kılanları bırak,
onlar gösteriş için namaz kılsınlar; sen hakikat meyhanesine gel, orada ne riya var ne de
riyakar. Pîr-i mugan ise, mürşid'i göstermektedir.
İranlı
Hafız bir beytinde şöyle der: Eğer pîr-i mugan (mürşid) sana seccadeni
şarap küpüne daldır derse, tereddüt
etmeden seccadeni şarap küpüne daldır;
Çünkü onun bir bildiği vardır. 0 bir hakikat yolcusudur, sakî ise Hak yoluna düşenlere yol gösteren halifeleri temsil etmektedir. Bu şiirleri insanlar kendi kabiliyetine ve sezişine göre anlar, bazıları da anlayamaz, yanlış yorumlar. Eski
devirlerde yahüt günümüzde bu konuları gereği gibi anlayamayan kişiler
bulunmaktadır. Bunun gibi bazı
velîleri bile yanlış anlamışlardır. Büyük Hak şairlerinden Niyazî-i Mısrî hazretleri,
şu kıt'ada bu hakikatı ne güzel anlatmışlardır.
Cemali zahir olsa tez celali yakalar anı Görürsün birgül açılsa yanında har olur peyda Bu sırdandır ki bir kamil zuhür etse bu alemde Kimi ikrar eder anı, kimi inkar olur peyda yani Hakk'ın
cemali ortaya çıksa, celali hemen onu yakalar. Görmez
misin herhangi bir yerde gül açılsa, hemen onun yanında bir diken meydana gelir.
Bu sebepledir ki bu alemde bir insan-ı kamil zuhür etse, kimi onu kabul eder, kimi de red eder.
Nasıl ki Muhiddin-i Arabî hazretlerini sevenler ona Şeyh-i Ekber (en büyük Şeyh) adını vermişlerdir.
Sevmeyenler, onu inkar edenler de Şeyh-i Ekfer (Kafirlerin
şeyhi) demişlerdir. Hz. Mevlana ise
bir şiirinde, "Ben şunu bunu bilmem,
ben ilahî aşk kaderiyle mest olmuşum." der.
Gerçekten de bu kainatı yaratan,
akıl almaz güçte olan o büyük varlığa hayran olup kalmak varken, ben şuna
inanıyorum, sen şuna inanıyorsun diye birbirimizle niçin çekişiyoruz?
Nitekim, Neyzen Tevfik de Cenab-ı
Hakk'a hitaben:
"Değil binlerce, yüzbinlerce,
milyonlarca insanlar, senin hep gölgeni sevmiş, özünden
bîhaber gitmiş." demiştir.
İngiliz fizik alimlerinden Sir
Jones Jeano, Prof. Salih Murat'ın tercüme ettiği, Etrafımızdaki
Kainat adlı eserin ikinci sayfasında
şöyle demektedir:
"Bizim dünyamız diğer yıldızlara
nazaran en küçük bir yıldızdır. Kainat pek büyüktür. Çünkü ışığı bize
elli milyon senede gelen yıldız var.
Bunların her biri, boş bir okyanusta
giden bir gemi gibi yolculuk yaparlar. Bizler kumlar sayısınca çok olan bu yıldızlar arasında,
bir kum tanesinin mikroskopik parçası üzerinde oturarak
etrafımızı,
uzay ve zamanla çevrilen kainatın maksat ve mahiyetini
keşfe çalışıyoruz."
Bizim bu kainatı yaratan, büyük
yaratıcının
yaratma gücü karşısında şunu bunu düşüneceğimiz yerde, bu kainatı
yaratan büyük yaratıcının yaratma gücü, eşsizliği karşısında hayran olmaktan ve şaşırıp kalmaktan başka çaremiz yoktur. 0 ne büyük yaratıcıdır, 0 ne
kudretlidir. 0 ne güzeldir. Şu şöyleymiş, bu böyleymiş diyeceğimiz ve birbirimizle çekişeceğimiz yerde, aşk
içinde yalnız onun hayranı olalım.
HZ.MEVLANA'NIN ŞİİRLERÎNDEKÎ COŞKUNLUK
Bir Dîvan-ı Kebîr beytinde, Hz.
Mevlana şöyle söyler. "Ben sözü aşkla söylüyorum. Çünkü dersi aşktan
alıyorum.
Ben canımı
onun önüne koyuyorum, ona armağan ediyorum, çünkü o pek
azını kabul eder, her şeyi kabul etmez."Hallac-ı Mansur ve
Bayezid-i Bistamî gibi bazı velîler ilahî aşk ile coştukları
zamanlar, bazen öyle sözler söylerler ki, bu sözler şekil
üzerinde kalan ve dinin hakikatına erişemeyen, dini taklidden tahkike götüremeyen bazı kişiler tarafından
şeriata aykırı
görülmüştür. Ve bu yüzden "Ben Hakk'ım" diyen Hallac-ı Mansur asıldığı gibi, kendinde Hakk'ı
bulan Seyyid Nesîmî'nin de derisi yüzülmüştür.
Bu sözlerin derinliklerine inemeyenler, ifade etdikleri
manayı anlamayanlar bu gibi sözleri beğenmezler. Nitekim Mevlana bir şiirinde
"Biz sevgili ile beraber oturmuşuz da sevgili nerede deyip
durmaktayız." (Dîvan-ı Kebîr, I/
442) sözünü şeriata aykırı bulurlar da, Kur'an'da "Siz nerede olursanız olunuz biz sizinle beraberiz." (Süre: 57 / ayet: 4) "Biz size
şah damarınızdan daha yakınız."
(Süre: 50 / ayet:16) ayetlerinin sırrına akıl erdirmek istemezler. Bu bir
seziş ve anlayış meselesidir.
Nitekim Hz. Mevlana bir şiirinde
"Ene'1-Hak dediği ve gerçeğe işaret ettiği için halk anlamadı da Hallac'ı dar ağacına çekti. Hallac sağ olsaydı sırlarımın
azametinden ötürü o beni dar ağacına
çekerdi." demiştir (Dîvan-ı Kebîr,
III/1459).
Mevlana bazen şiirlerindeki
coşkunluğun farkına varır da, sözünden tövbe etmek ister,
şöyle der: "Her gazelin arkasından
gönlüm söze, lafa tövbe ediyor; bir daha böyle sözler söylerniyeceğim diyor amma, Allah'ın dileği gönlümün yolunu kesiyor, gönlün tövbesini bozuyor."
(Dî-van-ı Kebîr, IV/1822) Hz. Mevlana bir başka beytinde de şöyle buyuruyor:
"Beni yokluktan var eden, beni yaratan her an beni
söyletmededir. Sonunda beni söyleten kerem buyurdu, bütün söylediğim sözler 0 oldu." (Divan-ı Kebîr, IV/
1809) Bir başka beytinde de "Bazen ona av derim, bazen
bahar derim, bazen ona şarap adını takarım, bazen
de mahmurluğum derim." (Dîvan-ı
Kebîr, IV/ 1837) Hz. kbal de bir şiirinde "Bir müslüman
aşık değilse kafirdir." demiştir. Hz. Mevlana da "Ben aşkı olmayan kişinin insanlığını inkar ederim." (Dîvan-ı Kebîr, 111/1610) buyur-muştur.
Bu şiirleri diğer şairlerin şiirleri ile mukayese etmeyiniz;bu şiirler
aşk ile, kendinden geçmiş bir
velînin gönlünden gelen sesleridir.
Bu sesler bazen insanı şaşırtır, bazen hiç
bir şiirde duyulmayan manevî zevkler verir.
Sayın okuyucularım, okuduğunuz herhangi bir şiirin zevkine varmadınızsa onu geçin, başka bir şiiri okuyun. Bazen bir şiirde bir iki
beyit pek hoşunuza gider. 0 gazelin numarasını yazın, başka zaman tekrar okuyunuz. Hatta hoşunuza
giden beyitleri dostlarınıza da
okuyun. 0 şiirin beraber zevkine varın, müşterek duygu sizi o şiirin derinliklerine indirecek, o zaman satırlar arasında Hz. Mevlana'nın mübarek kalbinin heyecanla, ilahî aşkla
çarptığını duyacaksınız.
Sayın okuyucularım, Dîvan-ı Kebîr'den şiirler seçerken, sadece kendi beğendiklerimle kalmadım, Nicolson'un
seçtiklerine, sayın Schimmel'in seçip Almancaya tercüme
ettiklerine, Abdülbaki Gölpınarlı
merhumun ve Mithat Baharî hazretlerinin Güldeste'lerine de baktım. En çok beğenilen şiirleri işaretledim.
Dört cilde böldüğümüz bu
güldestede, her cildin sonunda o cilde aldığımız şiirlerin Firüzanfer yayınındaki ilk mısraları ile cilt ve sayfa numaralarını ayrıca bir
cetvel halinde belirttik ki, araştırıcılar için
kolaylık olsun! Bu şiirleri
hissetmek, duymak saadetine ererseniz, bu şiirleri seçerek
tercüme eden Şefik Can'ı, bu aciz
kulu, hayırla yadetmenizi, hatalarını hoş görmenizi ve
ruhuna Fatiha okumak lütfunda bulunmanızı niyaz ederim.
Ey tanıdığım ve tanımadığım
sevgili okuyucularım! Ey hikmet ve hakikati seven dostlar!
Ey Hakk aşıkları! Sizi büyük veli
Hz. Mevlana'nın Divan-ı Kebîr'inden
yaptığımız seçmelerle başbaşa bırakıyor, ben artık aradan çekiliyorum.
Cümlenizi hürmetle, sevgiyle selamlar, size sağlıklar, esenlikler manevî ve rühanî
zevkler, neşeler temennî ederim.
5. 11. 1999
Em. Öğretmen Albay Şefik Can
Hasta yatağımda söylediğim bu önsözü yazan, bazı araştırmalarımda bana
yardımcı olan, Mevlana aşıkı Nur Artıran
Hanımefendi'ye teşekkürlerimi arz
ederim.
Not: Bizde bu eserleri internete kazandırmada bize izin veren Eseri hazırlıyan sayın Şefik Can
beyefendiye,ona yardım eden kardeşlerimize ve bize yardım eden kardeşlerimizede teşekkür ederim.Bu görevde
bizi kullanan Cenab-ı Hakk'ka na mütanahi şükürler ederiz.
Divanı Kebirin mukaddemesi:
Bize doğru yolu bulduran, bizi bu
nimetlere kavuşturan Allah'a hamd olsun. Eğer Cenab-ı Hakk, bize doğru yolu göstermeseydi, biz, bu yolu bulamazdık. Allah'ın rahmeti, peygamberi ve
peygamberlerin en büyüğü, efendisi Muhammed(s.a.v.)'e ve
onun kerem sahibi olan ve keremlere mazhar bulunan soyuna, sopuna olsun. Bundan
sonra şunu iyi biliniz ki, bu Dîvan-ı Kebîr'de bulunan sözler rühanî sırlardır. Hakk'a gönül verenler için
Nüh'un gemisidir. Kutsal nefeslerdir. Ruha hoş gelen
esintilerdir. Rabbanî ilhamlardır. Seher vaktindeki
feyzlerin gönül gözünü açan keşfleridir. Noksanlardan
münezzeh olan Allah'tan gelen varidattır. Eşi bulunmaz işaretlerdir. Şaşılacak ibarelerdir. Bahr-ı ehadiyetin nürlandır. Gayb denizinin iri
incileridir. Bu Dîvan Aşıklar Dîva-nı'dır. Manevî zevklerin kaynaklarıdır.
Gönüllerin ışığıdır. Aşıklara, ariflere makbul olan gerçek
sözlerdir. Huzur ehlinin anahtandır. Gayb alemindeki hür
kişilerin makamlandır. Kalb
sahiplerinin kalplerinin kalbidir. Gönül bahçelerinin çiçeğidir. Bu Dîvan'daki sözler, has kulların
meclislerine feyizler ve manevî zevkler getiren akar sulardır. Velîleri anan ve andıran haberlerdir.
Olgunlaşmış kişilere sa'adet kimyasıdır. Yakîne erişmiş
kardeşlerin hutbesidir. Allah'ı
seven, kötülüklerden sakınan erlerin boyunlarına gerdanlıktır. Bu
sözler, münafıklara Hakk'ın
Zülfikar'ıdır. Büyük ve hayırlı kişilerin
rühlarına iksirdir. Hakk yolunda sefere çıkanlara bir yolculuk armağanıdır. Ceberut kuşlannın dilidir. Meleküt alemindeki
meleklerin tesbîhleridir.
(Divan-ı Kebîr, c. I, sahife 2)
.
I. GAZELLER
1. Hakk'tan sayılamayacak kadar
lütuflar, ihsanlar;
senden ise sayılamayacak kadar
çok hatalar, kusurlar.
Müstefilün, Müstefilün, Müstef'ilün, Müstefilün
(c. I, 3)
.Ey gönül, işlediğin suçlara, kusurlara karşılık, Hakk'tan özür dilemek için neler düşünüyorsun? O'ndan sayılamayacak kadar
lutuflar, iyilikler, ihsanlar, vefalar gelmede, senden de bunca hatalar,
kusurlar, cefalar görünmede...
O'nun tarafından, bunca
keremler, senden ise, manasız aykın
işler; O'ndan pek çok nimetler, senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar suçlar, günahlar...
Senden bunca haset, bunca kötü düşünce, bunca dedikodu. O'ndan ise bunca ihsan, bunca lütuf,
bunca iyilikler.
Yaptığın kötülüklerden, işlediğin günahlardan pişman olup da, candan Allah dediğin zaman,
seni belalardan kurtarmak için senin imdadına yetişen, sana o duyguyu veren, kendini hissettiren O'dur.
İşlediğin günah yüzünden korkuyorsun, kurtulmaya çareler arıyorsun. Bir daha işlememeye karar
veriyorsun, işte o anda bu duygularla için karıştığı, kendinden utandığın, kendini ayıpladığın, vicdanın sızladığı zamandüşünmüyor musun? Bu duyguları sana veren,
bu pişmanlığa seni düşüren, senin içindedir. Sana çok yakındır. O'nu sen ne diye kendinde, kendi
içinde göremiyor, hissedemiyorsun?
0, seni bazen yaratılışına, kötü tabiatına bırakır, seni gümüş,
altın, kadın sevdasına düşürür. Bazen de canına Hz. Mustafa'yı hayal etmenin nürunu
verir de içini aydınlatır.
Seni bazen bu tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen
de o tarafa çeker, seni kötülere ulaştırır. Kurtuluş
gemisini korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar.
Ey zavallı insan, bu düşüşlerden, bu hallerden sakın ye'se
kapılma; gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar
çok ağla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulağına kurtuluş sesleri gelsin.
2. Keşke uyuyabilseydim de,
rüyada yüzünü gösterseydin.
Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün
(c. I, 3)
Sevgilim, belki vefa ve merhametin coşar da, kapıyı
açarsın; "Orada, ne bekliyorsun kalk, içeri gir!" diye
seslenirsin ümidiyle ben senin kapında oturmuş bekliyorum.
Ey pek güzel olan yüzünde her zaman yüzlerce lütuf,
yüzlerce merhamet nuru parlayan sevgili! Canım, kapında senden gelen misk kokularına, anber
kokularına gark olmuştur.
Biz mest olmuşuz; başımız dönmede, başkalarının yaptıkları işlerle bizim
ilgimiz yok. Dünya alt üst olsa, yakılsa, yıkılsa umurumuzda değil. Yeter ki senin aşkını kaybetmeyelim. Yeter ki senin aşkın ebedî olsun!
İçimizde senin aşkın el çırpmada,
yüzlerce başka alemler yaratmada, göklerden de dışarda, ötelerde yepyeni yüzlerce asırlar
meydana gelmede.
Bugün biz senin misafiriniz. Güler yüzünüzün mesti
olduğumuz için seni bırakıp başka yere gidemiyoruz. Sen öyle eşsiz bir güzelsin ki, Allah'a yemin ederim ki yüzünün
güzelliğini düşününce, hayal edince,
şu gönlüm beni bırakıp gidiyor.
Kurtulmam için, gönlü uyanık bir
can bulursam, onun eteğine yapışacağım, himmet isteyeceğim. Keşke uyuyabilseydim de rüyada yüzünü
gösterseydin.
Bütün canlar, can denizinden geldikleri, can denizini
tanıdıkları,
bildikleri için oraya doğru sel gibi akıp gidiyorlar da, başka tanıdıklardan, başka
sevgililerden yüz çevirmişlerdir.
Can denizine doğru koşan seller de çeşit çeşit. Bir sel var yüksek dağlardan
kaynağını alarak, hayran hayran
başını taşlara
çarparak, köpürerek, ağlayarak, heyecanla feryat ederek,
aslı olan can denizine doğru koşuyor, koşuyor.
Bir sel de var ki yolunu kaybetmiş, birincisi; "Allah'a hamd olsun!" demede, ikin-cisi; "La
havle" okumada.
Ey güneş gibi doğup, müflislere, yoksul kişilere sevgi
şarabı sunan lütfeden. Bir ihsanda
bulun, o şaraptan bize de sun! Biz de yoksuluz, biz de
şaşırdık,
yolumuzu kaybettik.
Nasıl olmuşsa gül, ansızın
seni görmüş, çaşırıp kalmış da elbisesini yitirmiş.Çeng senin çenginin sesini duymuş,
feryada başlamış, utanıp başını önüne
eğmiş.
Nıyazi-i Mısrî hazretlerinin şu şiiri bu hakîkati belirtiyor:
"Huda davet eder elhamdülillah
Bu can dosta gider elhamdülillah
Hakîkat şehrine çün rıhlet oldu
Gönül durmaz iver elhamdülillah."
" La havle vela kuvvete illa billah"; Allah'tan başka kimsede güç, kuvvet yoktur, anlamın;ı gelen bır
hadîsten alınan
"La havle". Mü'minler, şaşırdıkları, darda
kaldıklan zaman "La havle" derler.
Zühre yıldızının burcunda en
tali'li olan kimdir? Ney'dir. Çünkü ney, dudağını senin dudağına koymuş, senden name öğreniyor.
Çeng, sensiz kalınca fenalaşıyor, hasta, kötü bir varlık oluyor. Ney
de sen olmayınca hüzünlerle doluyor, inlemeye, ağlamaya başlıyor.
Çengi kucağına al, onu iyileştir!
Ney'i de öp, okşa. Def de sana yalvarıyor. "Ne olur?"
diyor, "Beni eline al! Yüzüme vur, vur, vur da senin
vuruşlarınla yüzüm değerlensin, ahenk yolunda meclise parlaklık
gelsin."
Bu parça parça olah canı al,
onun her parçasına aşk şarabı içir, onu güzelce sarhoş et de dün gece elden kaçan fırsat şimdi yeniden gelsin!
Ey yüce padişah; doğrusu bizim için bundan sonra ayık olmak
ayıptır, yazıktır! Allah'ın sana
yemin ederim ki, artık bundan sonra ben ayık olarak senin büyüklüğünü, gücünü,
kuvvetini anlatamam, senden bahsedemem, ancak senin aşk
şarabınla mest ohınca dilim çözülür.
3. Gülün geçirdiği safhalar,
başından geçen maceralar.
Miistef'ilün, Müstef'ilün, Miistef'ilün, Müstef'iliin
(c.I, 13)
Ey bir yerde duramayan, dinlenme nedir bilmeyen
rüzgarımız! Güle bizden haber götür
de de; "Gül bahçesinden kaçıp şekerle dost olan gül, nasıl oldu da
yurdundan, anandan, babandan, kardeşlerinden arkadaşlarından ve sana gönül veren, senin için
feryat edip duran bülbülden ayrıldın
geldin, şekere karıştın, 'gülbeşeker' tatlısı oldun?"
Ey gül'. Neden şekere karıştın? Aslında sen,
kendin şekersin, şeker gibi
tatlısın, hoşsun. Şeker olduğun
için, herkesten çok sen, şekere layıksın ama, neden gül bahçesine karşı vefasızlıkta
bulundun? Şeker de, gül de hoş,
fakat vefalı olmak her ikisinden de hoş, her ikisinden de tatlı.
Ey gül, madem ki bahçeden ayrıldın gittin, sana bir iki sözüm var: 0
güzel yanağını şekerin yanağına koy da şekerden tat al, şeker gibi ol, şekere de bahçeden alıp götürdüğün hoş kokunu ver! 0 da gül gibi olsun.
Ayrılığı göze aldın ama, bu ayrılıkta
kazancın da var: Sen şekerin içine
girdiğin için gül olarak oradan oraya götürülmekten,
yolculuğun cefasından, solup
pörsümekten, yerlere atılmaktan, çiğnenmekten kurtuldun.
Şimdi 'gülbeşeker' tatlısı oldun
ya, seni yiyenlere gönül gıdasısın, göz nurusun. Bu yüzden artık gülden gönlünü
çek; o nerede, bu nerede?
Sen bahçede dikenle beraber oturuyorsun. Akıl gibi cana yakın idin, insana karıştın. Şekerle
beraber iken şimdi insanla beraber oldun. Nur oldun. Haydi
şimdi de şu günahlarla kirlenmiş yeryüzünden gökyüzüne yüksel menzil menzil, konak konak ta
onunla manen buluşma yerine kadar yürü!... *
Ey gül! Sen şimdi dünyaya
yukarıdan bakıyorsun da, dünyadaki
acaip halleri gördüğün için dünyaya gülüyorsun.
0 yüzden elbiselerini yırtıyorsun. Ey kızıl
kaftanlı, güçlü, kuvvetli yiğit er,
ben senin hayranınım!
Güller "Kim manen Hakk'a uluşmak
için merdiven isterse, belanın, ızdırabın bir
merdiven olduğunu bilsin de, başına
gelenlerden şikayet etmesin! Belalardan korkmasın, canını belalara
atsın!" diye naralar atarak, uçuşup
saçılarak gökyüzünden gül bahçelerine yağmada...
Kendine gel de, şu kaptan,
gülsuyu çıkaran ustanın testisinden
bir yolunu bulup ter gibi sız, o hapsedilmiş kaptan, bir rüh gibi kaç, kurtul.
Ne de tali'liymişsiniz, ne de
bahtınız yarmış! Benziniz gül gibi kıpkırmızı. Biz de sizin
gibiydik, rüh olduk, kurtulduk. Haydi siz de rüh olun, bu kirli yeryüzünden
kurtulun.
Gülbeşekerden maksadımız, Hakk'ın
lütfuyla bizim varlığımızdır. Varlığımız sanki
demir kırıntısı, Hakk'ın lütfu
ise mıknatıs!..
Akıl da aynadır. Demirden ayna yapan aynacı, onu
parlatmak, ayna haline getirmek için ona çok eziyet etmededir de, bu yüzden
olacak, ayna bizi istemiyor, bize gelmiyor, hep biz onu elimize alıyor, ona bakıyoruz. 0 bize şunları
söylüyor ama, kulaklanmız gaflet
pamüğu ile tıkalı olduğu için duyamıyoruz: "Ey insanlar, ben sizi sizsiz isterim."
4. Ben çok eskiden sana gönül vermiştim, şimdi gel de sana canımı vereyim.
Müstef'ilün, Müstefilün, Müstefilün, Müstefilün
(c. I, 16)
Ey Yusuf, gözleri görmeyen Yakup'a gel. Ey gözlerde
gizlenmiş olan îsa, sen de şu gök
kubbenin üstünden hir görün...
Ayrılıktan
ötürü gündüz karardı, gece gibi oldu. Gönlüm yay gibi idi,
inceldi ok gibi oldu. Dertli Yakup ihtiyarladı, ey genç
Yüsuf artık gel!
Ey îmran oğlu Müsa! Senin Hakk'a
yalvarman için, ne Tur-ı Sîna'lar var! îsrail oğulları buzağıya
tapıyorlar. Artık Tur-ı Sîna'dan dön!... Bizi kurtarmaya gel!
Benzim safran gibi sarardı.
Boynum büküldü, çene düştü. Beden mezarında sıkıştım kaldım. Ey rühu darlıktan kurtaran, rahata kavuşturan! Gel,
beni benden, beni bedenden kurtar!
Hz. Muhammed'i gözleyen gözüm, gamınla sana müştakım
diyor. "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik." ayetinin sırrı, gel de o dağınık saçlar arasından yüzünü göster!" Enbiy Suresi 21/107. ayete işaret var."
Sen, öyle büyüksün, öyle büyük bir nür kaynağısın ki, şu
güneş senin nuruna karşı sanki
akşam kızıllığı, ey bütün dünya padişahlarını geride
bırakan,, azîz varlık, ey Hakk ile
gören göz, ey her şeyi bilen gönül! Gel!
Dünyada mevcut bütün canlar, sana karşı canlıktan çıkıyorlar, beden oluyorlar. Halbuki sen,
cansın, canlar canısın, cansız beden ne işe yarar? Ben çok eskiden, sana gönül vermiştim. Gel, ey sevgili gel de şimdi sana
canımı da vereyim!
Ey-sevgili, ilacım de sensin,
çarem de sensin. Yüz parça olmuş gönlünnün nuru da sensin,
çaresiz gönlümde, senden başka ne varsa hepsi yok oldu,
beni kimsesiz bırakma! Gel!
5. Ömür kervanının kalkmak üzere olduğunu haber veren
çanlarının seslerini duymuyor musun?
Müstefilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün
(c. 1, 17)
Gökyüzünden cana; "Haydi geri dön!" diye bir ses
geldi. Can da; "Ey beni çağıran yüce varlık, merhaba, geliyorum." diye cevap verdi.
Ses duydum; "Başüstüne, her an
yüzlerce can sana feda olsun. Bir kere daha çağır da;
(...... ) makamına kadar uçayım.
(...... )Bu beyitte Insan Süresi, 76/1. ayete işaret var. Bu ayeti tefsir edenler, insanın maddî varlığının
çeşitli merhalelerden geçerek nihayet bir damla meni
halinde ana rahmine düştüğünü ve
ınsanın henüz kendisinin atılacak bir şeyi olmadığına ve kemalin yoklukta olduğuna
etmekte.
Ey bizim eşsiz misafirimiz,
bizim canımızın sabrını da,
kararını' da aldın. Seni nerede arayayım? Nerde bulayım?
Seslenen "0, candan da, rnekandan da dışarıdadır, 0, çok
üstün bir yerdedir." dedi.
Şu zindanda bulunanların, ayaklarına bağlanmış olan ağır
zincirleri çözeyim, gökyüzüne de bir merdiven koyayım,
koyayım da can, yücelere çıksın.
Sen cana, canlar katan bir güzelsin. Sonra yabancı da değilsin, bizim şehrimizdensin. Öyle olduğu halde neden
kendini garip sayıyorsun, yabancıymış gibi davranıyorsun? Bu hal, dostluğa yakışır mı?
Avareliği, bir bir şerbet gibi içmişsin de kendi evinin
yolunu bile unutmuşsun. Çok kötü huylu olan, Kabil'li
büyücü
kadın, sana çok büyüler yapmış, bu yüzden nereden geldiğini, nereli
olduğunu hatırlıyamıyorsun.
Birini takip derek gelen, konup göçen kervanlar, hep o
tarafa koşup gidiyorlar. Senin başın
nasıl oluyor da dönmüyor? Yüreğin
kabarmıyor? Neden hiç bir korku ve heyecanın yok?
Kervan başının kervanın kalkmak üzere olduğunu haber veren çanlarının 'seslerini duyuyor musun? 0 tarafta nice yol arkadaşlarımız, nice
dostlarımız var. Hep bizi
bekliyorlar.
"Bu beyit Şirazlı hafız ın şu beytini hatırlatıyor:
Sevgiliye giden yolun menzilinde ,konduğu yerlerde nasıl istirahat
edeyim,nasıl zevki sefaya dalayım
ki,Can;Yürekleri bağladınızmı diye feryat edip durmada."
Bir çok insanlar, orada bizi bekliyorlar, hepsi de
bizim sarhoşumuz, hepsi de bize dalıp kendilerinden geçmişler.
"Ey zavallı! Padişahın bekliyor. Haydi padişahın yanına gel."
diye kulağımıza bağırıyorlar.
6. Düğünümüz dünyaya kutlu olsun!
Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün, Müstefiliin
(c.I, 31)
Bizim düğünümüz dünyaya kutlu
olsun. Allah, bu düğünü, bu evlenmeyi bize uygun olarak
tertipledi. Eşler birbirine çok uygun düştü. Bu düğün sebebiyle,
Mevlamızın
lütfuyla kalpler ferahladı. însanlar çift oldu, evlendi.
Kederler, gamlar gönüllerden çıkıp
gitti.
Ey şehrimizi süsleyen güzel!
Allah'ın adıyla güzel bir gelin
olarak gidiyorsun. Sen de bir güzele damat olmadasın.
Köyümüzden ne de hoş gitmedesin.
Bize ne de hoş salına salına gelmedesin; deremize ne de hoş çağlaya çağlaya akmadasın! Ey ırmağımız, ey bizi arayan dost!
Cihan padişahının, bizim o canlara can katan padişahımızın devletinde oynayın, raks edin, ey
arifler, ey süfîler, sema edin!
Halkın bir kısmı denizler gibi coşmada, dalgalar gibi secdeye kapanmada. Bir kısmı da kıhçlar gibi
savaşmada, bütün cüz'lerimizin kanmı
içmede. Sus, sus ki bu gece o güzel yüzlü, uğurlu şahımızın mutfağı açılmıştır. Ne de
şaşılacak şey
ki, helvamız (helva gibi tatlı olan
sevgili) helva pişiriyor.
Bu şiiri Hz.Mevlana oğlu Sultan Veled'in düğününde söylemiştir.
7. Bu hoş koku, Yüsuf'un
gömleğinin kokusudur,
yahut da Mustafa(s.a.v.)'in hırkasının kokusudur.
Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün, Müıtef'ilün
(c.1, 12)
Ey bahçeleri güldüren, çimenleri gebe bırakan aşıkların
ilkbaharı, bizim sevgilimizden haberin var mı?
Ey aşıkların feryadına koşan
hoş kokulu rüzgar. Ey candan da mekandan da temiz olan
aziz varlık, sen neredeydin? Nerede kaldın, seni göreceğimiz geldi?
Ey Rum diyannın da, Habeş diyarının da
fitnesi olan rüzgar, şaşırdım kaldım, bu pek hoş, bu pek güzel koku, ya Yüsufun gömleğinin kokusudur, yahut da Mustafa (s.a.v.)'in hırkasının kokusudur.
Ey doğruluk ırmağı, sen bizim sevgilimizin arkından akıyorsun, sen getirdığın hoş kokularia gönüllerin Tur-ı Sîna'sı
oluyor, canlara can katıyorsun..
Ey sözü, konuşması, bütün davranışları, halleri hoş olan sevgili! Ey
"ay"ların, yıl'ların kendine kul oldukları güzel, senin
"ay"ın da hoş, "yıl"ın da hoş.
8. Gül de senin lütfunla çorak yerler yeşersin, mezarlar bahçe haline gelsin!
Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün, Müstefilün
(c.I, 29)
Ey perdenin arkasından ışığı, nüru görünen sevgili, senin ışığın,
sıcaklığın bize yaz mevsimi oldu,
bizim de yaz mevsimi gibi gönlümüz sıcak, gel bizi al, gül
bahçemize kadar, çek götür!
Gel, gel de senin lütfunla çorak yerler yeşersin, mezarlar bahçe haline gelsin. Koruklar tatlılaşsın, üzüm olsun,
ekmeğimiz pişsin.
Ey can güneşi, ey gönül güneşi, ey güzelliği ile güneşi bile utandıran güzel,gel, gel de bizim zavallı
halimizi gör, şu balçık beden,
canı nasıl tutmuş bırakmıyor?
Yüzünün sevdası ile dikenlikler,
nice defalar gül bahçesi haline geldi de güzel yaratma gücüne olan imanımızı
artırdı.
Ey ebedî aşk! Şu gönlümüzde kendini gösterip, canımızı balçık
zindanından kurtararak, tek olan, eşi olmayan Allah'a yönelttin.
Ey nurlar saçan sabahımız! Gamlı ve kederli olduğumuz zamanlarda gönlümüzdeki gam dumanlarını dağıt, bize
şevk ver, neşe lutfet. Tali'imizin
karanlık gecesinde; bir gündüz, görülmemiş, işitilmemiş,
şaşılacak bir gündüz meydana getir.
Nerede o gözler ki onu izlesin; nerede hakîkatleri
duyacak kulak, burhanlar düşünecek akıl?
"Cüz'ler külle gidiyor. Reyhan reyhana, gül güle
kavuşuyor, her şey bizim
dikenliğimizin hapishanesinden kurtuluyor." diye can
diyarından davul sesleri gelmeğe
başladı.
9. Ey söylenmemiş, gönülde
kalmış gam, ey uyuşmuş akıl defolun gidin!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c.1, 36)
Hoca gel, hoca gel, hoca bir kere daha gel! Ey hileci
ay, gelmem deme, gel!
Senden ayrı düşmüş aşığın halini
gör. Kötülüklerle dolu olan dünyaya bak, ey hapishaneci padişah, mahmur susamışı görmemezlikten gelme!
El de ayak da sensin, her var olanın varlığına sebep de yine sensin!
Sarhoş bülbül de sensin, haydi gül bahçesine gel!
Kulak da sensin, göz de sensin, her şeyin seçilmişi de sensin, sen kuyudan
çıkarılarak satılmış Yüsufsun, kölelerin satıldığı pazara gel!
Gözde gizlenmişsin görünmezsin,
halbuki sen herkese can verirsin, bir kere de güle, oynaya gönülsüz ve sarıksız olarak gel!
Günün aydınlığı sensin, gamı yakan yandıran sevinç sensin, gecelerin aydınlığı, ay ışığı sensin, ey tatlılıklar, şekerler
yağdıran bulut gel!
Ey yepyeni dünyanın bayrağı! Her akıl ve fıkir sana rehin olarak verilmiştir, bazen
geliyorsun, bazen gelmiyorsun, böyle yapma; bir daha dönmemek üzere tamamıyla gel!
Ey perişan kabuslarla dolu olan
gece git! Bir daha gelme! Ey söylenmemiş, gönülde gömülü
kalmış gam, ey uyuşmuş akıl, defolun gidin, sizi istemiyorum!
Ey uyanık baht, ey devlet gel, gel!
Ey Nuh'un nefesi! Ey ruhun hevesi gel! Ey
yaralanmış merhemi gel! Ey hastanın
sağlığı gel!
10. Gölge bazen nürun yanında
olur, bazen de onda yok olur.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c.1,41)
Ey yüzünün nüru ile cihanı
aydınlatan sevgili, dün gece bizim aramızda yoktun. Bu yüzden biz karanlıkta
kaldık.
Yüzünün nüru dün gece neredeydi?
Gönlümüze bak da şaşır kal! Çünkü gönül, senin güzel yüzünü siper ederken
heyecandan eriyip yok olduğu halde, seni siper etmeye
doyamadı. Bırak gönül senin uğrunda erisin yok olsun. Ama ey ay yüzlü güzel! Senin ömrün
uzadıkça uzasın!..
Dün gece, nürlar saçan ay yüzün nereye doğmuştu? Otağın
nereye kurulmuştu? Adamların, ordun
nerede konaklamıştı? Sen değil, senin güzelliğin nerede elbisesini
çıkarır, nerede soyunursa devlet
oradadır. Mutluluk oradadır.
Dün gece nerede bulundunsa bulundun, o hususta bir
şey bilmiyorum ama, bugün şunu
biliyorum ki; bugün de benden ayrı kalırsan, sabrım, kararım tükenir de; "La havle" mescidi de gönlüm gibi gamlarla yıkılır gider.
Dün gece seher vaktine kadar inleyerek, feryatlar
ederek döndüm, dolaştım. Sabah oldu
da gözümü bile yummadım.
Ey aziz varlık! Sen bir nürun
gölgesisin. Biz de cümle cihan senin gölgeniz. Nürun gölgeden ayrı düştüğünü kim
gördü?
Gölge, bazen nürun yanında olur.
Bazen de onda yok olur, gider. Yanıbaşında ise, onunla beraberdir. Onunla bir sıradadır. Onda yok olmuşsa, onunla buluşmuştur, ona kavuşmuştur.
Onunla buluşup yok olunca,
Allah'ın nüru onu alsın, Allah'a
çeksin götürsün diye o gölge şaşılacak kadar sıkı
bir şekilde istek elini nüra atmıştır.
Gölge iki nürun ayrılıklarını, sonra
birbirleriyle buluşmalarını durmadan anlatsam, sen de bana bu hususta daha çok yardımda bulunsan bu konu yine bitmez, tükenmez.
Nur, sebebi yaratandır. Ne kadar
sebep varsa hepsi de onun gölgesidir.Allah, sebepsizliği
her şeye sebep kılmıştır.
Sebebi yaratan ile sebep birbirinin aynasıdır. Kim ayna gibi tertertıiz değilse, aynayı
ve aynadakini göremez.
I. GAZELLER
1. Hakk'tan sayılamayacak kadar
lütuflar, ihsanlar;
senden ise sayılamayacak kadar
çok hatalar, kusurlar.
Müstefilün, Müstefilün, Müstef'ilün, Müstefilün
(c. I, 3)
.Ey gönül, işlediğin suçlara, kusurlara karşılık, Hakk'tan özür dilemek için neler düşünüyorsun? O'ndan sayılamayacak kadar
lutuflar, iyilikler, ihsanlar, vefalar gelmede, senden de bunca hatalar,
kusurlar, cefalar görünmede...
O'nun tarafından, bunca
keremler, senden ise, manasız aykın
işler; O'ndan pek çok nimetler, senden ise sayılamayacak kadar çok hatalar suçlar, günahlar...
Senden bunca haset, bunca kötü düşünce, bunca dedikodu. O'ndan ise bunca ihsan, bunca lütuf,
bunca iyilikler.
Yaptığın kötülüklerden, işlediğin günahlardan pişman olup da, candan Allah dediğin zaman,
seni belalardan kurtarmak için senin imdadına yetişen, sana o duyguyu veren, kendini hissettiren O'dur.
şlediğin
günah yüzünden korkuyorsun, kurtulmaya çareler arıyorsun.
Bir daha işlememeye karar veriyorsun, işte o anda bu duygularla için karıştığı, kendinden utandığın, kendini ayıpladığın, vicdanın
sızladığı zamandüşünmüyor musun? Bu duyguları sana veren,
bu pişmanlığa seni düşüren, senin içindedir. Sana çok yakındır. O'nu sen ne diye kendinde, kendi
içinde göremiyor, hissedemiyorsun?
0, seni bazen yaratılışına, kötü tabiatına bırakır, seni gümüş,
altın, kadın sevdasına düşürür. Bazen de canına Hz.
Mustafa'yı hayal etmenin nürunu
verir de içini aydınlatır.
Seni bazen bu tarafa çeker, iyi adamlara katar, bazen
de o tarafa çeker, seni kötülere ulaştırır. Kurtuluş
gemisini korkunç dalgalarla hırpalar, onu kırar, parçalar.
Ey zavallı insan, bu düşüşlerden, bu hallerden sakın ye'se
kapılma; gizli gizli o kadar çok dua et, geceleri, o kadar
çok ağla, inle ki; sonunda yedi kat gökten kulağına kurtuluş sesleri gelsin.
2. Keşke uyuyabilseydim de,
rüyada yüzünü gösterseydin.
Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün
(c. I, 3)
Sevgilim, belki vefa ve merhametin coşar da, kapıyı
açarsın; "Orada, ne bekliyorsun kalk, içeri gir!" diye
seslenirsin ümidiyle ben senin kapında oturmuş bekliyorum.
Ey pek güzel olan yüzünde her zaman yüzlerce lütuf,
yüzlerce merhamet nuru parlayan sevgili! Canım, kapında senden gelen misk kokularına, anber
kokularına gark olmuştur.
Biz mest olmuşuz; başımız dönmede, başkalarının yaptıkları işlerle bizim
ilgimiz yok. Dünya alt üst olsa, yakılsa, yıkılsa umurumuzda değil. Yeter ki senin aşkını kaybetmeyelim. Yeter ki senin aşkın ebedî olsun!
çimizde senin aşkın el çırpmada, yüzlerce başka alemler yaratmada, göklerden de dışarda, ötelerde yepyeni yüzlerce asırlar
meydana gelmede.
Bugün biz senin misafiriniz. Güler yüzünüzün mesti
olduğumuz için seni bırakıp başka yere gidemiyoruz. Sen öyle eşsiz bir güzelsin ki, Allah'a yemin ederim ki yüzünün
güzelliğini düşününce, hayal edince,
şu gönlüm beni bırakıp gidiyor.
Kurtulmam için, gönlü uyanık bir
can bulursam, onun eteğine yapışacağım, himmet isteyeceğim. Keşke uyuyabilseydim de rüyada yüzünü
gösterseydin.
Bütün canlar, can denizinden geldikleri, can denizini
tanıdıkları,
bildikleri için oraya doğru sel gibi akıp gidiyorlar da, başka tanıdıklardan, başka
sevgililerden yüz çevirmişlerdir.
Can denizine doğru koşan seller de çeşit çeşit. Bir sel var yüksek dağlardan
kaynağını alarak, hayran hayran
başını taşlara
çarparak, köpürerek, ağlayarak, heyecanla feryat ederek,
aslı olan can denizine doğru koşuyor, koşuyor.
Bir sel de var ki yolunu kaybetmiş, birincisi; "Allah'a hamd olsun!" demede, ikin-cisi; "La
havle" okumada.
Ey güneş gibi doğup, müflislere, yoksul kişilere sevgi
şarabı sunan lütfeden. Bir ihsanda
bulun, o şaraptan bize de sun! Biz de yoksuluz, biz de
şaşırdık,
yolumuzu kaybettik.
Nasıl olmuşsa gül, ansızın
seni görmüş, çaşırıp kalmış da elbisesini yitirmiş.Çeng senin çenginin sesini duymuş,
feryada başlamış, utanıp başını önüne
eğmiş.
Nıyazi-i Mısrî hazretlerinin şu şiiri bu hakîkati belirtiyor:
"Huda davet eder elhamdülillah
Bu can dosta gider elhamdülillah
Hakîkat şehrine çün rıhlet oldu
Gönül durmaz iver elhamdülillah."
" La havle vela kuvvete illa billah"; Allah'tan başka kimsede güç, kuvvet yoktur, anlamın;ı gelen bır
hadîsten alınan
"La havle". Mü'minler, şaşırdıkları, darda
kaldıklan zaman "La havle" derler.
Zühre yıldızının burcunda en
tali'li olan kimdir? Ney'dir. Çünkü ney, dudağını senin dudağına koymuş, senden name öğreniyor.
Çeng, sensiz kalınca fenalaşıyor, hasta, kötü bir varlık oluyor. Ney
de sen olmayınca hüzünlerle doluyor, inlemeye, ağlamaya başlıyor.
Çengi kucağına al, onu iyileştir!
Ney'i de öp, okşa. Def de sana yalvarıyor. "Ne olur?"
diyor, "Beni eline al! Yüzüme vur, vur, vur da senin
vuruşlarınla yüzüm değerlensin, ahenk yolunda meclise parlaklık
gelsin."
Bu parça parça olah canı al,
onun her parçasına aşk şarabı içir, onu güzelce sarhoş et de dün gece elden kaçan fırsat şimdi yeniden gelsin!
Ey yüce padişah; doğrusu bizim için bundan sonra ayık olmak
ayıptır, yazıktır! Allah'ın sana
yemin ederim ki, artık bundan sonra ben ayık olarak senin büyüklüğünü, gücünü,
kuvvetini anlatamam, senden bahsedemem, ancak senin aşk
şarabınla mest ohınca dilim çözülür.
3. Gülün geçirdiği safhalar,
başından geçen maceralar.
Miistef'ilün, Müstef'ilün, Miistef'ilün, Müstef'iliin
(c.I, 13)
Ey bir yerde duramayan, dinlenme nedir bilmeyen
rüzgarımız! Güle bizden haber götür
de de; "Gül bahçesinden kaçıp şekerle dost olan gül, nasıl oldu da
yurdundan, anandan, babandan, kardeşlerinden arkadaşlarından ve sana gönül veren, senin için
feryat edip duran bülbülden ayrıldın
geldin, şekere karıştın, 'gülbeşeker' tatlısı oldun?"
Ey gül'. Neden şekere karıştın? Aslında sen,
kendin şekersin, şeker gibi
tatlısın, hoşsun. Şeker olduğun
için, herkesten çok sen, şekere layıksın ama, neden gül bahçesine karşı vefasızlıkta
bulundun? Şeker de, gül de hoş,
fakat vefalı olmak her ikisinden de hoş, her ikisinden de tatlı.
Ey gül, madem ki bahçeden ayrıldın gittin, sana bir iki sözüm var: 0
güzel yanağını şekerin yanağına koy da şekerden tat al, şeker gibi ol, şekere de bahçeden alıp götürdüğün hoş kokunu ver! 0 da gül gibi olsun.
Ayrılığı göze aldın ama, bu ayrılıkta
kazancın da var: Sen şekerin içine
girdiğin için gül olarak oradan oraya götürülmekten,
yolculuğun cefasından, solup
pörsümekten, yerlere atılmaktan, çiğnenmekten kurtuldun.
Şimdi 'gülbeşeker' tatlısı oldun
ya, seni yiyenlere gönül gıdasısın, göz nurusun. Bu yüzden artık gülden gönlünü
çek; o nerede, bu nerede?
Sen bahçede dikenle beraber oturuyorsun. Akıl gibi cana yakın idin, insana karıştın. Şekerle
beraber iken şimdi insanla beraber oldun. Nur oldun. Haydi
şimdi de şu günahlarla kirlenmiş yeryüzünden gökyüzüne yüksel menzil menzil, konak konak ta
onunla manen buluşma yerine kadar yürü!... *
Ey gül! Sen şimdi dünyaya
yukarıdan bakıyorsun da, dünyadaki
acaip halleri gördüğün için dünyaya gülüyorsun.
0 yüzden elbiselerini yırtıyorsun. Ey kızıl
kaftanlı, güçlü, kuvvetli yiğit er,
ben senin hayranınım!
Güller "Kim manen Hakk'a uluşmak
için merdiven isterse, belanın, ızdırabın bir
merdiven olduğunu bilsin de, başına
gelenlerden şikayet etmesin! Belalardan korkmasın, canını belalara
atsın!" diye naralar atarak, uçuşup
saçılarak gökyüzünden gül bahçelerine yağmada...
Kendine gel de, şu kaptan,
gülsuyu çıkaran ustanın testisinden
bir yolunu bulup ter gibi sız, o hapsedilmiş kaptan, bir rüh gibi kaç, kurtul.
Ne de tali'liymişsiniz, ne de
bahtınız yarmış! Benziniz gül gibi kıpkırmızı. Biz de sizin
gibiydik, rüh olduk, kurtulduk. Haydi siz de rüh olun, bu kirli yeryüzünden
kurtulun.
Gülbeşekerden maksadımız, Hakk'ın
lütfuyla bizim varlığımızdır. Varlığımız sanki
demir kırıntısı, Hakk'ın lütfu
ise mıknatıs!..
Akıl da aynadır. Demirden ayna yapan aynacı, onu
parlatmak, ayna haline getirmek için ona çok eziyet etmededir de, bu yüzden
olacak, ayna bizi istemiyor, bize gelmiyor, hep biz onu elimize alıyor, ona bakıyoruz. 0 bize şunları
söylüyor ama, kulaklanmız gaflet
pamüğu ile tıkalı olduğu için duyamıyoruz: "Ey insanlar, ben sizi sizsiz isterim."
4. Ben çok eskiden sana gönül vermiştim, şimdi gel de sana canımı vereyim.
Müstef'ilün, Müstefilün, Müstefilün, Müstefilün
(c. I, 16)
Ey Yusuf, gözleri görmeyen Yakup'a gel. Ey gözlerde
gizlenmiş olan îsa, sen de şu gök
kubbenin üstünden hir görün...
Ayrılıktan
ötürü gündüz karardı, gece gibi oldu. Gönlüm yay gibi idi,
inceldi ok gibi oldu. Dertli Yakup ihtiyarladı, ey genç
Yüsuf artık gel!
Ey îmran oğlu Müsa! Senin Hakk'a
yalvarman için, ne Tur-ı Sîna'lar var! îsrail oğulları buzağıya
tapıyorlar. Artık Tur-ı Sîna'dan dön!... Bizi kurtarmaya gel!
Benzim safran gibi sarardı.
Boynum büküldü, çene düştü. Beden mezarında sıkıştım kaldım. Ey rühu darlıktan kurtaran, rahata kavuşturan! Gel,
beni benden, beni bedenden kurtar!
Hz. Muhammed'i gözleyen gözüm, gamınla sana müştakım
diyor. "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik." ayetinin sırrı, gel de o dağınık saçlar arasından yüzünü göster!" Enbiy Suresi 21/107. ayete işaret var."
Sen, öyle büyüksün, öyle büyük bir nür kaynağısın ki, şu
güneş senin nuruna karşı sanki
akşam kızıllığı, ey bütün dünya padişahlarını geride
bırakan,, azîz varlık, ey Hakk ile
gören göz, ey her şeyi bilen gönül! Gel!
Dünyada mevcut bütün canlar, sana karşı canlıktan çıkıyorlar, beden oluyorlar. Halbuki sen,
cansın, canlar canısın, cansız beden ne işe yarar? Ben çok eskiden, sana gönül vermiştim. Gel, ey sevgili gel de şimdi sana
canımı da vereyim!
Ey-sevgili, ilacım de sensin,
çarem de sensin. Yüz parça olmuş gönlünnün nuru da sensin,
çaresiz gönlümde, senden başka ne varsa hepsi yok oldu,
beni kimsesiz bırakma! Gel!
5. Ömür kervanının kalkmak üzere olduğunu haber veren
çanlarının seslerini duymuyor musun?
Müstefilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün
(c. 1, 17)
Gökyüzünden cana; "Haydi geri dön!" diye bir ses
geldi. Can da; "Ey beni çağıran yüce varlık, merhaba, geliyorum." diye cevap verdi.
Ses duydum; "Başüstüne, her an
yüzlerce can sana feda olsun. Bir kere daha çağır da;
(...... ) makamına kadar uçayım.
(...... )Bu beyitte Insan Süresi, 76/1. ayete işaret var. Bu ayeti tefsir edenler, insanın maddî varlığının
çeşitli merhalelerden geçerek nihayet bir damla meni
halinde ana rahmine düştüğünü ve
ınsanın henüz kendisinin atılacak bir şeyi olmadığına ve kemalin yoklukta olduğuna
etmekte.
Ey bizim eşsiz misafirimiz,
bizim canımızın sabrını da,
kararını' da aldın. Seni nerede arayayım? Nerde bulayım?
Seslenen "0, candan da, rnekandan da dışarıdadır, 0, çok
üstün bir yerdedir." dedi.
Şu zindanda bulunanların, ayaklarına bağlanmış olan ağır
zincirleri çözeyim, gökyüzüne de bir merdiven koyayım,
koyayım da can, yücelere çıksın.
Sen cana, canlar katan bir güzelsin. Sonra yabancı da değilsin, bizim şehrimizdensin. Öyle olduğu halde neden
kendini garip sayıyorsun, yabancıymış gibi davranıyorsun? Bu hal, dostluğa yakışır mı?
Avareliği, bir bir şerbet gibi içmişsin de kendi evinin
yolunu bile unutmuşsun. Çok kötü huylu olan, Kabil'li
büyücü
kadın, sana çok büyüler yapmış, bu yüzden nereden geldiğini, nereli
olduğunu hatırlıyamıyorsun.
Birini takip derek gelen, konup göçen kervanlar, hep o
tarafa koşup gidiyorlar. Senin başın
nasıl oluyor da dönmüyor? Yüreğin
kabarmıyor? Neden hiç bir korku ve heyecanın yok?
Kervan başının kervanın kalkmak üzere olduğunu haber veren çanlarının 'seslerini duyuyor musun? 0 tarafta nice yol arkadaşlarımız, nice
dostlarımız var. Hep bizi
bekliyorlar.
"Bu beyit Şirazlı hafız ın şu beytini hatırlatıyor:
Sevgiliye giden yolun menzilinde ,konduğu yerlerde nasıl istirahat
edeyim,nasıl zevki sefaya dalayım
ki,Can;Yürekleri bağladınızmı diye feryat edip durmada."
Bir çok insanlar, orada bizi bekliyorlar, hepsi de
bizim sarhoşumuz, hepsi de bize dalıp kendilerinden geçmişler.
"Ey zavallı! Padişahın bekliyor. Haydi padişahın yanına gel."
diye kulağımıza bağırıyorlar.
6. Düğünümüz dünyaya kutlu olsun!
Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün, Müstefiliin
(c.I, 31)
Bizim düğünümüz dünyaya kutlu
olsun. Allah, bu düğünü, bu evlenmeyi bize uygun olarak
tertipledi. Eşler birbirine çok uygun düştü. Bu düğün sebebiyle,
Mevlamızın
lütfuyla kalpler ferahladı. însanlar çift oldu, evlendi.
Kederler, gamlar gönüllerden çıkıp
gitti.
Ey şehrimizi süsleyen güzel!
Allah'ın adıyla güzel bir gelin
olarak gidiyorsun. Sen de bir güzele damat olmadasın.
Köyümüzden ne de hoş gitmedesin.
Bize ne de hoş salına salına gelmedesin; deremize ne de hoş çağlaya çağlaya akmadasın! Ey ırmağımız, ey bizi arayan dost!
Cihan padişahının, bizim o canlara can katan padişahımızın devletinde oynayın, raks edin, ey
arifler, ey süfîler, sema edin!
Halkın bir kısmı denizler gibi coşmada, dalgalar gibi secdeye kapanmada. Bir kısmı da kıhçlar gibi
savaşmada, bütün cüz'lerimizin kanmı
içmede. Sus, sus ki bu gece o güzel yüzlü, uğurlu şahımızın mutfağı açılmıştır. Ne de
şaşılacak şey
ki, helvamız (helva gibi tatlı olan
sevgili) helva pişiriyor.
Bu şiiri Hz.Mevlana oğlu Sultan Veled'in düğününde söylemiştir.
7. Bu hoş koku, Yüsuf'un
gömleğinin kokusudur,
yahut da Mustafa(s.a.v.)'in hırkasının kokusudur.
Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün, Müıtef'ilün
(c.1, 12)
Ey bahçeleri güldüren, çimenleri gebe bırakan aşıkların
ilkbaharı, bizim sevgilimizden haberin var mı?
Ey aşıkların feryadına koşan
hoş kokulu rüzgar. Ey candan da mekandan da temiz olan
aziz varlık, sen neredeydin? Nerede kaldın, seni göreceğimiz geldi?
Ey Rum diyannın da, Habeş diyarının da
fitnesi olan rüzgar, şaşırdım kaldım, bu pek hoş, bu pek güzel koku, ya Yüsufun gömleğinin kokusudur, yahut da Mustafa (s.a.v.)'in hırkasının kokusudur.
Ey doğruluk ırmağı, sen bizim sevgilimizin arkından akıyorsun, sen getirdığın hoş kokularia gönüllerin Tur-ı Sîna'sı
oluyor, canlara can katıyorsun..
Ey sözü, konuşması, bütün davranışları, halleri hoş olan sevgili! Ey
"ay"ların, yıl'ların kendine kul oldukları güzel, senin
"ay"ın da hoş, "yıl"ın da hoş.
8. Gül de senin lütfunla çorak yerler yeşersin, mezarlar bahçe haline gelsin!
Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün, Müstefilün
(c.I, 29)
Ey perdenin arkasından ışığı, nüru görünen sevgili, senin ışığın,
sıcaklığın bize yaz mevsimi oldu,
bizim de yaz mevsimi gibi gönlümüz sıcak, gel bizi al, gül
bahçemize kadar, çek götür!
Gel, gel de senin lütfunla çorak yerler yeşersin, mezarlar bahçe haline gelsin. Koruklar tatlılaşsın, üzüm olsun,
ekmeğimiz pişsin.
Ey can giineşi, ey gönül
güneşi, ey güzelliği ile güneşi bile utandıran güzel,gel, gel de bizim
zavallı halimizi gör, şu balçık beden, canı nasıl
tutmuş bırakmıyor?
Yüzünün sevdası ile dikenlikler,
nice defalar gül bahçesi haline geldi de güzel yaratma gücüne olan imanımızı
artırdı.
Ey ebedî aşk! Şu gönlümüzde kendini gösterip, canımızı balçık
zindanından kurtararak, tek olan, eşi olmayan Allah'a yönelttin.
Ey nurlar saçan sabahımız! Gamlı ve kederli olduğumuz zamanlarda gönlümüzdeki gam dumanlarını dağıt, bize
şevk ver, neşe lutfet. Tali'imizin
karanlık gecesinde; bir gündüz, görülmemiş, işitilmemiş,
şaşılacak bir gündüz meydana getir.
Nerede o gözler ki onu izlesin; nerede hakîkatleri
duyacak kulak, burhanlar düşünecek akıl?
"Cüz'ler külle gidiyor. Reyhan reyhana, gül güle
kavuşuyor, her şey bizim
dikenliğimizin hapishanesinden kurtuluyor." diye can
diyarından davul sesleri gelmeğe
başladı.
9. Ey söylenmemiş, gönülde
kalmış gam, ey uyuşmuş akıl defolun gidin!
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c.1, 36)
Hoca gel, hoca gel, hoca bir kere daha gel! Ey hileci
ay, gelmem deme, gel!
Senden ayrı düşmüş aşığın halini
gör. Kötülüklerle dolu olan dünyaya bak, ey hapishaneci padişah, mahmur susamışı görmemezlikten gelme!
El de ayak da sensin, her var olanın varlığına sebep de yine sensin!
Sarhoş bülbül de sensin, haydi gül bahçesine gel!
Kulak da sensin, göz de sensin, her şeyin seçilmişi de sensin, sen kuyudan
çıkarılarak satılmış Yüsufsun, kölelerin satıldığı pazara gel!
Gözde gizlenmişsin görünmezsin,
halbuki sen herkese can verirsin, bir kere de güle, oynaya gönülsüz ve sarıksız olarak gel!
Günün aydınlığı sensin, gamı yakan yandıran sevinç sensin, gecelerin aydınlığı, ay ışığı sensin, ey tatlılıklar, şekerler
yağdıran bulut gel!
Ey yepyeni dünyanın bayrağı! Her akıl ve fıkir sana rehin olarak verilmiştir, bazen
geliyorsun, bazen gelmiyorsun, böyle yapma; bir daha dönmemek üzere tamamıyla gel!
Ey perişan kabuslarla dolu olan
gece git! Bir daha gelme! Ey söylenmemiş, gönülde gömülü
kalmış gam, ey uyuşmuş akıl, defolun gidin, sizi istemiyorum!
Ey uyanık baht, ey devlet gel, gel!
Ey Nuh'un nefesi! Ey ruhun hevesi gel! Ey
yaralanmış merhemi gel! Ey hastanın
sağlığı gel!
10. Gölge bazen nürun yanında
olur, bazen de onda yok olur.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c.1,41)
Ey yüzünün nüru ile cihanı
aydınlatan sevgili, dün gece bizim aramızda yoktun. Bu yüzden biz karanlıkta
kaldık.
Yüzünün nüru dün gece neredeydi?
Gönlümüze bak da şaşır kal! Çünkü gönül, senin güzel yüzünü siper ederken
heyecandan eriyip yok olduğu halde, seni siper etmeye
doyamadı. Bırak gönül senin uğrunda erisin yok olsun. Ama ey ay yüzlü güzel! Senin ömrün
uzadıkça uzasın!..
Dün gece, nürlar saçan ay yüzün nereye doğmuştu? Otağın
nereye kurulmuştu? Adamların, ordun
nerede konaklamıştı? Sen değil, senin güzelliğin nerede elbisesini
çıkarır, nerede soyunursa devlet
oradadır. Mutluluk oradadır.
Dün gece nerede bulundunsa bulundun, o hususta bir
şey bilmiyorum ama, bugün şunu
biliyorum ki; bugün de benden ayrı kalırsan, sabrım, kararım tükenir de; "La havle" mescidi de gönlüm gibi gamlarla yıkılır gider.
Dün gece seher vaktine kadar inleyerek, feryatlar
ederek döndüm, dolaştım. Sabah oldu
da gözümü bile yummadım.
Ey aziz varlık! Sen bir nürun
gölgesisin. Biz de cümle cihan senin gölgeniz. Nürun gölgeden ayrı düştüğünü kim
gördü?
Gölge, bazen nürun yanında olur.
Bazen de onda yok olur, gider. Yanıbaşında ise, onunla beraberdir. Onunla bir sıradadır. Onda yok olmuşsa, onunla buluşmuştur, ona kavuşmuştur.
Onunla buluşup yok olunca,
Allah'ın nüru onu alsın, Allah'a
çeksin götürsün diye o gölge şaşılacak kadar sıkı
bir şekilde istek elini nüra atmıştır.
Gölge iki nürun ayrılıklarını, sonra
birbirleriyle buluşmalarını durmadan anlatsam, sen de bana bu hususta daha çok yardımda bulunsan bu konu yine bitmez, tükenmez.
Nur, sebebi yaratandır. Ne kadar
sebep varsa hepsi de onun gölgesidir.Allah, sebepsizliği
her şeye sebep kılmıştır.
Sebebi yaratan ile sebep birbirinin aynasıdır. Kim ayna gibi tertertıiz değilse, aynayı
ve aynadakini göremez.
11. Başını
ayak altına alınca, yıldızların üstüne
ayak basarsın.
Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün, Müstef'ilün
(c.I, 19)
Bugün sevgiliyi gördüm, her işe,
her güce tat veren, yapmasını
kolaylaştıran o güzeli gördüm. 0, o
kadar güzel, o kadar nürluydu ki adeta Mustafa (s.a.v.)'in rühu gibi göklere
yükseliyordu.
"Fussilet Suresi'nin 41/11. ayetine işaret var: "Sonra duman halinde bulunan göğe yükseldi ve ona, yeryüzüne
' steyerek varlığa gelin!' dedi.
'lsteyerek geldik.' dediler."
Güneş, Hz. Mustafa'nın yüzünü gördü de utandı. Gök de gönül
gibi yarıl-mıştı, parçalanmıştı.
Suyun ve kara toprağın üstüne onun parıltısı vurmuştu da, bu yüzden su ile toprak, ateşten
de daha fazla parlamıştı.
"Göklere çıkmak istiyorum,
lütfen bana merdiveni gösteriniz!" diye niyazda bulundum. Buyurdu ki: "Senin
başın merdivendir. Başını ayak altına al, başına bas da yüksel!
Ayağını
başının üstıine koymak demek, aklını ayak altına alıp,
gönül yolu ile, aşk yolu ile Hakk'a yönelmektir. Mevlana
bir Mesnevî beytinde;
"Mademki gökyüzünün damlanna çıktın, oralarda geziyorsun, artık merdiven aramak mana-sızdır, soğuktur." diye buyurur Mevlana.
Dîvan-ı başka bir beytinde de;
"Göklerin yolu, Içtedir, gönüldedir, sen aşk kanadını aç,
aşk kanadı kuvvetli olursa merdiven
arama derdi kalmaz." diye buyurur.
Ayağını
başının üstüne koyunca yıldızların üstüne
ayak basarsın, nefsanî ar-zularını, şehveti
yendiğin zaman havada yürürsün; haydi adımını at, ayağını havanın üstüne
koy da yüksel!..
Şehvetini ayak altına aldığın, nefsanî isteklerini
yendiğin zaman göklerde havalarda sana yüzlerce yol
belirir ve sen seher vaktinde yapılan dua gibi göklere
yükselirsin."
12. Kendinden, kendi varlığından
kurtulmuş bir canda zevk içinde zevk vardır.
Müfte'ilün, Mefa-îlün, Müfte'ilün, Mefa-îliin
(c.I, 46)
Dün, sevgilim kederli, gamlı
dostunu okşadı. Acılar çeken, sitemler tatmış olan cana,
tatlı sözteri ile kendi tadından tat
verdi.
Akla, akıl üstünlüğü verdi, hoş öğütleri ile kulağa küpe taktı, tadı tatlılığı coşturdu. Gözlere nOr bağışladı.
Bana; "Ey benim yüzümden zayıflayan, hasta düşen, perişan olan dost, ey benden ürken, korkan kişi, ben kerem sahibiyim, ben kendi satın
aldığım ku-lumu satmam." dedi.
Dikkatle bak da gör: Sevgili ne yardımlarda bulunuyor? Bize nasıl ferahlıklar veriyor? Yüsuf, güzelliği uğrunda ellerini kesenleri arıyor.
Ona; "Beni aciz, zavallı sanma!"
dedim. "Kanlı göz yaşlarıma da bakma, ey sevgili senin haberin yok, ben seni altınla işlenmiş atlas
bir elbise gibi giymişim, seninle beraberim, beni kimsesiz
sanma!"
Kim de dünya sevgisini bırakıp Hakk'a yönelmek isteği varsa, o nefsini yendiği için şaşılacak bir kişidir.
Kendinden, kendi varlığından
kurtulmuş bir canda, zevk içinde, zevk vardır.
Allah aşkına sus, yersiz sözler söyleyerek, susma huyunu öldürme! Bu
kasî-deyi uzatma, kısa kes; çünkü asîde geliyor.
"Kasîde, slamî edebiyatta bir nazım şeklidir. Kafıye
kuruluşu gazel gibidir. Övgü şiirleri olduğu için, beyit sayıları
gazellerden fazladır. Asîde,
nişasta, yağ ve balla yapılan bir çeşit tatlıdır. Doğu Anadolu
yemeklerinden "hasuta" belki de
"asîde" adlı Selçuklu yemeğinden alınmıştır. Çünkü hasuta da nişasta, tereyağı ve şekerle yapılmaktadır. Midelerine düşkün olanlar "Lokmasız sohbette yoktur
faide / Rabbena ünzül aleyna Ma'ide"
13. Aşk, insanı yok eder, var eder, gönülsüz bırakır.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c.1, 39)
Ne yazık ki, hakîkat sarayının Sadrazamı, beni
meclisine kabul etmiyor, beni can mahremi yapmıyor, beni
sırlarına mahrem etmiyor.
Onu gördüğüm an rengim uçtu,
gücüm, kuvvetim kalmadı, perişan
oldum, o durumu anlamadı da; "Rengin nerede? Gücün,
kuvvetin nerede?" diye sordu.
Ben kerem ırmağına daldım, ben seher vaktinin kuluyum,
kölesiyim. Öyle umuyorum ki, bu lütuflarla, feyizlerle dolu seher vaktinde, o
güzel kokulu gül gelir, beni alır, mana gül bahçesine
götürür.
Irmağa dalan kişiye, elbisesi yük olur. Benim şu sarığım ile hırkam bana yük oluyor, ağır geliyor. Mal, mülk, mutluluğa ulaşmak sebepleri, hepsi de o tatlı edalı ay yüzlüdendir. Sevgili bana yakınlık gösterir, vefalı olursa, mal da odur,
mülk de odur.
Dükkanım çalışma yerim, senin olsun, san'atım,
hünerim, bilgiler, yığın, yığın
kitaplar hep senin olsun, arslan da senin olsun, orman da senin olsun . Tatar
ülkesinin ceylanı bana yeter.
Aşk insanı
yok eder, var eder. Gönülsüz bırakır, elsiz, ayaksız9 bir hale so- i kar.
Aşk meyhanesinin sakîsi, şarap
sunar, mest eder, insanı kendinden alır.
" Mevlevî şairlerinin en
büyüklerinden olan Şeyh Galip merhum da bir şiirinde şöyle yazmıştı:
"Derd ü mihnettir, beladır
adı aşk,
Bir marazdır, ibtiladır adı aşk,
Andadır raz-ı adem, sırr-ı
vücüd,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder