“Parçaları okuyoruz ama bütünü görebiliyor muyuz?”
Bilinç, ne yalnızca zihinsel bir faaliyet ne de sadece nörolojik bir süreçtir.
O, varoluşun her zerresinde yankılanan kadim bir sır, hem parçayı hem bütünü
içinde taşıyan bir varlık halidir.
Bu yazıda, bilincin derin doğasına dair bir tefekkür
yolculuğuna çıkıyoruz.
Cüz ile kül arasındaki görünmez bağı; Kur’an-ı Kerim örneğiyle, idrak ve
tefekkür penceresinden ele alıyoruz.
Bilginin bilince, bilincin hakikate dönüştüğü bu yazı; içsel
bir uyanışı, zihinsel değil ruhsal bir kavrayışı çağırıyor.
Oku, düşün, hisset…
Çünkü bazen bir kelime, bütünü hatırlatır.
– Bilgiden Bilince, Parçadan Bütüne –
Bilinç…
Ölçülemeyen, tanımlanamayan ama sezilebilen bir varlık hâli.
Ne tam anlamıyla kavranabilir, ne de gözle görülür bir yere oturtulabilir.
Fakat insan, idraki ölçüsünde onu hisseder.
Bilinç, görünmeyen bir hakikatin; her zerrede yankılanan
sessiz bir şarkısı gibidir.
Bir Nokta Gibi Görünüp Bütünü Kuşatan
Bilinç; varoluşun her noktasında, en küçük zerreden en geniş
galaksiye kadar her şeyde mevcuttur.
Mikrodan makroya, her şeyin içine nüfuz eder.
Ama zaman zaman kendini tek bir noktada deneyimlemek üzere
yoğunlaştırır.
Bu dar bakış açısı, sınırlı gibi görünse de aslında bilincin oyunudur — çünkü o
noktaya inerken bile bütünden asla kopmaz.
İşte biz, bu noktaya sabitlenmişken parçaları ayrı ve
bağımsız sanırız.
Cüzleri külün yerine koyar, bütünü unutup ayrılık üzerinden bir dünya inşa
ederiz.
Oysa bu yalnızca bir algı yanılgısıdır.
Bilinci gerçekten kavradığımızda fark ederiz: Ayrı görünen her şey, birliğin
farklı suretlerinden ibarettir.
Cüz ve Kül: Parça mı, Bütün mü?
Bu hakikati en sade ve derin hâliyle anlatan örneklerden
biri Kur’an-ı Kerim’dir.
Kur’an, cüzlerden oluşur. Her bir cüz, kitabın bir
parçasıdır.
Ama biz Kur’an’dan bahsederken, onu hiçbir zaman yalnızca parçalarıyla
tanımlamayız.
“Kur’an-ı Kerim” deriz; “Cüz-ü Kerim” demeyiz.
Çünkü biliriz ki, o parçalar aslında bütünden ayrı değildir.
Her cüz, tüm kitabı taşıyan bir aynadır.
Tıpkı bilincin kendisi gibi: Hem parçaya iner, hem bütünü
taşır.
İdrak derinleştikçe görülür ki:
Cüz ve kül ayrı değil, aynıdır.
Ayrılık bir zihin inşasıdır; bilinç ise bu inşanın ötesindeki hakikattir.
Tefekkür: Bilginin Bilince Dönüşümü
Burada sizlere içsel bir tavsiyede bulunmak isterim: Tefekkür.
Duyularımızla aldığımız bilgiler, yalnızca zihinsel bir
katmanda kalırsa bizde gerçek bir idrak açılımı yaratmaz.
Bilgi, kuru ve geçici bir şekil olarak kalır.
Ama o bilgi üzerine tefekkür ettiğimizde — yani derin
düşünceyle sindirdiğimizde — bilgi içselleşir, bilince dönüşür.
Tefekkür, beş duyu ötesini açar.
Algılar keskinleşir, sezgiler derinleşir.
Bilgi bir eylem değil, bir hâl olur.
Konu artık “bizim dışımızda” değil, içimizdedir.
O bizde yaşar.
Ve en güzeli:
Tefekkür, bilinci genişletir.
Sadece okumaz, hissederiz.
Sadece bilir, oluruz.
Son Söz: Birlik Bilinci
Bilinç, ne yalnızca noktada kalır, ne sadece bütünde
kaybolur.
O, her an hem parçada hem bütündedir.
Noktanın içinde evreni, evrenin içinde noktayı taşır.
Onu idrak ettiğimizde, ayrılık çözülür.
Ben ile sen, parça ile bütün, cüz ile kül arasındaki sınırlar silinir.
Kalan şey yalnızca tek bir hakikattir:
Birlik.
"Okuyarak bilgi ediniriz, tefekkürle idrak
ederiz.
Tefekkür ettikçe bilgi bilinç olur, bilinç hakikate
açılır."
Yorumlar
Teşekkür ederim kalemine ilmine sağlık