İnsan çoğu zaman kendini ayrı bir “ben” olarak görür. Etrafındaki her şeyden bağımsız, tekil bir varlık gibi. Oysa dikkatle bakıldığında bu benlik, aslında sonsuz bütünün içindeki bir yansıma, bir tezahürden ibarettir.
Bir elma ağacını düşünelim. Ona tek başına, bağımsız bir varlık gibi bakabiliriz. Ama aslında o ağacın var olabilmesi için toprak gerekir, su gerekir, güneş gerekir, dünya gerekir, hatta kâinatın tamamı gerekir. Elma ağacı dediğimiz şey, aslında bütün evrenin bir noktadaki tezahürüdür. Ayrı bir varlığı yoktur; sadece “bütün”ün içindeki bir ifade şeklidir.
Kendi benliğimiz de böyledir. “Ben” dediğimiz şey, yalnızca kişisel kimliğimiz, hatıralarımız, düşüncelerimiz değildir. O “ben” aslında bütünün kendini bir noktadan deneyimleme hâlidir. Bunu fark ettiğimizde bireysel, bağımsız bir benliğimizin olmadığını anlarız. Daha geniş, kapsayıcı, bütünsel bir varlık olduğumuzu hissederiz.
Sayılar buna güzel bir örnektir. İlk bakışta 2, 3, 10 ya da sonsuz gibi farklı farklı görünürler. Ama hepsi 1’in farklı açılımlarından ibarettir. 2 dediğimiz şey aslında 1+1’dir, 3 dediğimiz 1+1+1’dir. Yani tüm sayılar, bir tek “1”in farklı kombinasyonlarıdır. Bu bakışla sayılardaki çeşitlilik aslında “bir”in sonsuz görünüşüdür.
Aynı şekilde, senin dünyan da böyledir. Gördüğün, duyduğun, hissettiğin her şey, senin algılarınla anlam kazanan bir deneyimdir. Sen varsın diye dünya vardır; ama sen de dünyanın bütünlüğünden bağımsız değilsin. Sen yokken dünya yoktur demek bir açıdan doğru; ama aynı zamanda senin varlığın da dünyanın bütününden ayrı değildir. Yani ortada bağımsız bir ben yok, sadece “bir”in kendini “ben” diye deneyimlemesi var.
Kısacası, varlık tek bir bütündür. Sen, ben, ağaç, yıldızlar, sayılar… Hepsi aynı kaynaktan doğmuş, aynı özün farklı yüzleridir. O öz ise bilincin kendisidir.
Ve işte, gördüğümüz her şeyin ardında tek olanın sonsuz suretleri saklıdır. Bizler ayrı değiliz; sadece Bir’in farklı yankılarıyız.
Yorumlar