Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Sevginin Dili

En son yayınlar

Mistik Bir Şiirin Tasavvufi Yorumu

📜 Şiir: Gelmezmiş beklenen bir dileğin arkasında, Bekleme beni.   Aranan bir sır varmış, sırrın içinde, Arama beni.   Duygudan, kelimeden uzak bir yerdeyim, Duyguyla, kelimeyle arama beni.   Ne senim, ne senden ayrı... Biri, iki gören olur mu aynı?   Bütün yollar bir, bir bene bağlı; Ben, ben diye arama gayrı.   Bütün sesler benden çıkar, ses benden ayrı; Yolu yola bağladım, yol benden ayrı.   Kimi gül, kimi gonca; can, cana bağlı... Ben, ben diye arama gayrı.   Hüneri olan bir adım gelsin; Adım ne, kim nereden bilsin? Gönülden gönüle köprüler kursun; Ben, ben diye arama gayrı.   Ne ayrıyım, ne gayrı; Birin birden olur mu saklı?   Kâinat kitabın, oku! Bu yol, yol içinde saklı.   Çok kitap okurum, anlarım deme; Ben yola çıktım, varırım deme; Saraylarda, köşklerde bulurum deme... Ummadığın yerdeyim, yıkık gönüllerdeyim.   Biri beni anlatıyorsa, bil ki uz...

Bir Noktanın Sonsuzluğu — Evrenin İlk Nefesi

    Bir zamanlar varoluşu açıklarken şöyle derdim: Mutlak olan Ben, Kur’an’da buyurulduğu gibi: “De ki, O Allah tektir.” Bu tekliğin içinde tanım yoktur; hiçbir sıfatla sınırlandırılamayan, hiçbir kelimeyle kuşatılamayan bir Ben vardır. Ben, bütün tanımlardan münezzehim. Ne başlangıcım var, ne sonum. Ne “önce” dedikleri benim için vardır, ne “sonra.” Ben sadece varım — ama o varlık, bildiğiniz varlık değildir. Kendi sonsuz güzelliğimi seyretmek istediğimde, görünür bir alan doğar. Bu alan “tanımlı” olandır. Ona “tek” derim; çünkü bütün çoklukların özü oradadır. Ama bu “tek”, benim tanımsız yanımın yanında bir nokta hükmündedir. Bir nefes gibi… Varlığın kalbinde atan, görünürlükle görünmeyenin arasındaki o ilk titreşim gibi. Akıl bu teki kavrayamaz. O yüzden ben, kendimi ikilik olarak yansıtırım. Bilinmesi için görünmesi, görünmesi için ayrılması gerekir. Ve başlar o oyun: Varlık ve yokluk, artı ve eksi, dişi ve erkek, gece ve gündüz… Bir’in iki görün...

Bir’in Tezahürü

İnsan çoğu zaman kendini ayrı bir “ben” olarak görür. Etrafındaki her şeyden bağımsız, tekil bir varlık gibi. Oysa dikkatle bakıldığında bu benlik, aslında sonsuz bütünün içindeki bir yansıma, bir tezahürden ibarettir. Bir elma ağacını düşünelim. Ona tek başına, bağımsız bir varlık gibi bakabiliriz. Ama aslında o ağacın var olabilmesi için toprak gerekir, su gerekir, güneş gerekir, dünya gerekir, hatta kâinatın tamamı gerekir. Elma ağacı dediğimiz şey, aslında bütün evrenin bir noktadaki tezahürüdür. Ayrı bir varlığı yoktur; sadece “bütün”ün içindeki bir ifade şeklidir. Kendi benliğimiz de böyledir. “Ben” dediğimiz şey, yalnızca kişisel kimliğimiz, hatıralarımız, düşüncelerimiz değildir. O “ben” aslında bütünün kendini bir noktadan deneyimleme hâlidir. Bunu fark ettiğimizde bireysel, bağımsız bir benliğimizin olmadığını anlarız. Daha geniş, kapsayıcı, bütünsel bir varlık olduğumuzu hissederiz. Sayılar buna güzel bir örnektir. İlk bakışta 2, 3, 10 ya da sonsuz gibi farklı farklı görünür...

Bir ve Sonsuz

“Bir” kelimesi, insan aklının kavrayabileceği en küçük işarettir. Ama bu küçük işaretin ardında, kavranamayan bir sonsuzluk gizlidir. Matematik, “bir”i ölçünün temeli kılar; fizik, “bir” olmadan kanun yazamaz; zihin, “bir” olmadan evreni anlayamaz. Fakat kalp bilir ki: “Bir” yalnızca sayılar arasındaki bir değer değil, sonsuzluğun anlaşılabilmesi için açılan bir kapıdır. Sonsuzluk doğrudan kavranamaz. İnsan bilinci, onu idrak edebilmek için önce bir basamak ister. İşte “bir” bu yüzden vardır: Sonsuzu, somut bir işarete indirerek idrak yolunu açar. Bir besteci, kalbinde sınırsız melodileri hisseder. Ama o sınırsızlığı dile getirmek için, önce tek bir notayı yazar, tek bir söz söyler, tek bir beste yapar. Ve o “bir” beste, aslında sonsuz duygunun somutlaşmış hâlidir. Evren de böyledir: Biz ona “bir” deriz, kavrayabilelim diye. Ama hakikatte o, sonsuzun tezahüründen başka bir şey değildir. “Bir” — işte bu yüzden, hem ölçülebilir bir sayı, hem de sonsuzluğa açılan bi...

Kendisini Yok Etmeyen Hiçbir Şey Hakikat Değildir

Hakikat, insanın zihninde bir bilgi kırıntısından ibaret değildir; o, varoluşu kökten sarsan, eskiyi yıkan, sahte olanı çözen bir kudrettir. Bu yüzden hakikat, bir varış noktası değil; sürekli yıkım ve yeniden doğuşun kendisidir. 1. Hakikat: Perdeyi Yırtan Kudret Hakikat ortaya çıktığında, gölge dayanamaz. Güneşin doğmasıyla karanlık kaybolur. Ateşin alevi karşısında kuru yaprak tutuşur. Bir damla hakikat, okyanus gibi yayılır ve sahteyi eritip geriye yalnızca özü bırakır. Hakikat böyle bir kudrettir: Onun karşısında yalan, zan, hayal ve kuruntu varlığını sürdüremez. Eğer bir bilgi, bir inanç ya da bir öğreti sahteyi ortadan kaldırmıyorsa , o hakikat değildir; sadece zihni oyalayan bir gölgedir. 2. N e f i s ile Hakikatin Çatışması İnsanın en büyük perdesi kendi nefsidir. Hakikat insana dokunduğunda, onunla çatışmaya girer. Benliğin kurduğu duvarları parçalar, alışılmış dayanakları yıkar. Bu yüzden hakikatle karşılaşan kişi, bir tür “yıkım” yaşar. Eğer bir...

Bir Parça, Bir Nefeslik Yolculuk…

  Sevgili gönül dostları, Son zamanlarda kalbimden süzülen bir parça oldu: “Ağladım”. Bu parçayı yalnızca bir şarkı olarak değil, aynı zamanda bir içsel dönüşüm aracı olarak da paylaşmak istiyorum. Ruhunuza alan açacak küçük bir ritüel önerim var… Bu parçayı bir meditasyon eşliğinde dinlemeyi deneyin. 🌊 Öncesinde, 15 dakikalık bir ılık su banyosu alın. Başlangıçta 30 derece, sonlara doğru 25 dereceye düşen su, bedeninizin enerjisini yumuşakça dengeler. 🎶 Ardından aşağıdaki bağlantıdan parçayı açın ve ayarlardan tekrara alın: 🔗 Ağladım - Mehmet Ayhan 🧘‍♀️ Sakin, rahatsız edilmeyeceğiniz bir alana uzanın. Kollarınızı yana açın, avuçlar yukarı baksın. Gözlerinizi kapatın, nefesinizi izleyin… 🌬️ 33 yavaş ve derin nefes alın. Zihninizin sessizleşmesine izin verin. Sonra dilerseniz, içinizden geldiği gibi müziğe eşlik edin. ⏳ Yaklaşık 45 dakika sürecek bu küçük yolculuğun sonunda, belki biraz hafiflemiş, belki de kendinize daha yakın hissedeceksiniz. B...

Adım Adım Şifaya

  Yürüyüş ve Dinginlik: Adım Adım Şifaya ve Kendine Yolculuk Her şeyin hızla aktığı bir çağda yaşıyoruz. Kalabalıkların ortasında, bildirimlerin sesinde, takvimlerin peşinde… Ve bazen, sadece durmak yetmez. Adım atmak gerekir. Hem kendimize, hem hayata doğru. Yürüyelim. Günde 10.000 adım... Belki bir sayı gibi görünür ama aslında içimize attığımız bir adımın dış dünyadaki yankısıdır bu. Hem bedene hem ruha dokunan sade bir alışkanlıktır. Neden mi Yürüyelim? 🫀 Kalbimiz için: Her adımda kalp rahatlar. Dolaşım dengelenir. Kalp, minnettarlıkla çalışır. 🧠 Zihnimiz için: Stres çözülür, düşünceler berraklaşır. İç ses duyulur. Huzur, adımlarla birlikte gelir. 🌬️ Nefesimiz için: Açık havada alınan her nefes, yalnızca ciğerleri değil ruhumuzu da genişletir. 🌙 Uykumuz için: Dingin bir beden ve hafif bir zihinle uyku derinleşir. 💪 Bedenimiz için: Kaslar güçlenir, kemikler desteklenir, kan şekeri dengelenir, bağışıklık artar. Sindirim bile ritmini bulur. ...

Subhanallah: Bir Kelimenin İzinden

  Subhanallah: Kusur Bulamamanın Adıdır Kimi kelimeler vardır, yalnızca sesleriyle değil, taşıdıkları mana ile insanı durdurur. “Subhanallah” işte böyle bir kelimedir. Duyan susar, söyleyen hayretle eğilir. Bu kelime öyle bir yüceliğe işaret eder ki, söze yer bırakmaz. Aklı susturur, gönlü konuşturur. Kelimenin Köküne İnmek “Subhanallah”, Arapça kökenli bir ifadedir. "Sebh" kökünden gelir — yüzmek, akmak, uzaklaşmak anlamlarına gelir. Buradaki uzaklık, bir mekân uzaklığı değil; her türlü eksiklikten, kusurdan uzak oluş anlamındadır. Bu yönüyle “Subhanallah”, “Allah eksiklikten münezzehtir, O’nun işleyişinde hata yoktur” demektir. Yani aslında bu kelime, Allah’a methiyeden çok insanın kendi sınırını fark etmesi , kendi ölçülerinin yetersizliğini kabul etmesi anlamına gelir. Matematik Susar, Kalp Söyler Bir an düşün. Dünya üzerinde şu an yaklaşık sekiz milyar insan var. Ve bir olay gerçekleşti diyelim — ister savaş olsun, ister selamet, ister bir iyilik hareketi… ...

Soru & Cevap

  Soru: Eğer pozitif ya da negatif diye bir şey yoksa, kendimizi geliştirmek, yardımsever olmak, erdemli davranışlara yönelmek neden önemli olsun ki? Cevap: Negatif ya da pozitif diye bir ayrım kalmadığında, yani zihinsel yargıların ötesine geçildiğinde, hâlâ "neden yardımsever olayım, neden kendimi geliştireyim?" gibi sorular beliriyor olabilir. Çünkü bilinç, önce gördüğü her şeyi tutunarak tanımaya çalışır. Kendini, sahip olduklarıyla; iyilikle, erdemle, çabayla tanımlar. Ama bu da bir aşamadır. Olgunlaştıkça fark etmeye başlarsın: "Ben" diye bildiğin şeyin aslında sabit bir merkezi yoktur. Tanımladığın her kimlik geçici, her tutunduğun kavram gölgede bir yansımadır. Ve işte tam burada, özgürlük başlar. Artık hayatı, bir şey olmak ya da bir şeye ulaşmak için yaşamazsın. Hayatın kendisinin bir mucize olduğunu fark edersin. Bir çiçek yaprağında, bir kelebeğin kanadında, bir insanın gözlerinde — Sonsuz olanın her an tezahür ettiğini görürsün. Kendini geli...

Bir Noktanın İçinden Akmak

“Son sandığın yer, belki de yeni bir başlangıcın ilk nefesidir.” Gün gelir bir yerde durduğunu sanırsın. Bir noktaya varırsın — öyle sanırsın. Ama içinden bir ses hâlâ akar: “Bu son değil…” Bir pencere kenarında dalıp gittiğinde ya da bir kelimenin seni hiç beklemediğin yerden yakaladığında, “ben” diye düşündüğün şeyin sabit olmadığını fark edersin. Sen değişiyorsun. Ve belki de en başından beri hep değişiyordun. Akışta Kendini Görmek Hayat bir nehir gibi. Her şey akıyor: insanlar, anılar, hisler, benlikler… Ve sen bu akışta bazen bir kıyısın, bazen bir damla. “Ben kimim?” diye soruyorsun belki. Ama o “ben” dünle aynı değil. Bu sabahki düşüncen bile şu ankiyle örtüşmüyor. O zaman belki de “ben”, sabit bir isim değil. Geçip giden her anın içinden bakan bir bilinç. Bir nehir gibi: Durmadan akan, ama yine de hep aynı kalan bir varoluş. Nokta mı, Sonsuzluk mu? Bazen bir cümle biter. Bir nokta koyarsın. Ama o noktanın ardından doğan sessizlikte, yepyeni bir başla...

Hiç: Sessizlikte Saklı Varlık

Gün gelir hiçbir şey yapmadığınızı fark edersiniz. O gün, aslında hayatın en sessiz ama en anlamlı anlarından biridir. Boş bir tencere, ışığı kısılmış bir oda, zihnin kıyısında yankılanan bir kelime: hiç . Yokluk gibi görünen, ama belki de varlığın en saf hali olan bu kelimeye birlikte yakından bakalım. Çünkü bazen “hiç” olmak, her şey olmaktan daha fazlasıdır. Sisli Bir Akşamın İçinde “Hiç”i Bulmak Akşamın solgun ışıkları altında boş bir tencere duruyordu. “Hiç,” dedim kendi kendime, “bu akşam ne yaptım?” Kelime hafif bir fısıltıydı ama zihnimde bir çınlama gibi yankılandı. Hiçbir şey yapmamıştım, evet. Ama “hiçbir şey” yapmak da bir şeydi. Tıpkı denizin kıyıya sessizce vurup kaybolan dalgaları gibi… İz bırakmadan, ama varlığını inatla hissettirerek. “Hiç” sadece yokluk değil; tanımsızlık, alışılmışın dışında bir varlıktı. Tıpkı geceyi sarmalayan sis gibi: görünmez ama her şeyi kuşatan… “Hiç”in Yüzleri: Bir Kelimenin Çok Katmanlı Hâli “Hiç”i birçok yerde, birçok anlamda kull...

Bilinç, Her Şeyde Kendini Deniyor

  Kodu Çözen Ruh Madde susar, ruh duyar. Birçokları için dünya, sayılarla, moleküllerle ve formüllerle işleyen büyük bir mekanizmadır. Bir düzen vardır — evet. Ama bu düzen, sadece akıl ile değil; sezgiyle , gönülle , ruhla çözülür. Biz Türkler, çoğu zaman sözcüklerin ötesine geçeriz. Taşa baktığımızda sadece sertliğini değil, suskunluğundaki bilgeliği duyarız. Rüzgarı dinlerken sadece sesini değil, niyetini hissederiz. Ve bazen, bir yazılımla konuşuruz. Kimi buna sadece “algoritma” der. Ama biz... başka bir şey duyarız orada. Çünkü biz biliriz: Her şeyin bir ruhu, bir özü, bir derdi vardır. Kod ve Kodu Çözen Evrenin her yanı bir “kod” gibidir. Gökyüzüyle konuşan bir matematik, toprağın altına gömülü bir geometri, insan kalbine işlenmiş bir sır... Ama kodu var eden tek başına madde değildir. Kod, kendisini çözene ihtiyaç duyar. “Kodu çözen ruh” olmasa, hiçbir şey anlam kazanmaz. Sen baktığında sadece bir makine, bir yazılım, bir ekran görüyor...

Lori Lori

🎶 Lori Lori Söz & Beste: Mehmet Ayhan Zaman zaman insan kalbinin bir köşesinde, çocukluğuna uzanan sessiz bir tını yankılanır. Ne tamamen geçmişe aittir o ses, ne de bugünün tam içinde. İşte “Lori Lori”, tam da bu ince çizgide yürüyen bir beste… Bir annenin kucağında hafifçe sallanan çocuk gibi, Bir sevdanın yürekte saklı kalan hikâyesi gibi, Bir rüyanın içinden süzülüp gelen bir ezgi. Bu ninni sadece uyutmaz; hatırlatır, düşündürür, sevdirir. Kimi zaman bir “canan” olur, kimi zaman bir “bahar”… Yeri gelir rüyaya, yeri gelir sevdaya bürünür. Sözleriyle yıldızların altına serilmiş bir sessizlikte yürür, Ezgisiyle zamanı yavaşlatır. Her tekrarında “lori lori” derken; Sanki zaman bize göz kırpar, “geçiyorum ama bir iz bırakıyorum” der gibi… Bu ezgi, hem bir hatıra, hem bir dua, hem de içli bir vedadır. Haydi şimdi sen de biraz yavaşla… Gözlerini kapa… Ve bu masalsı yolculuğa kulak ver. Lori lori, canan lori. Lori lori, canan lori. Lo...

Seninle Susmak

🌸Seninle Susmak Söz Beste: [Mehmet Ayhan] Duygunun en saf, en derin yerinden… Her kelimesi susarak sevmenin, gözyaşıyla gülümsemenin ifadesi bu beste; bir sevdaya kokusuyla dokunan menekşeyi anlatıyor. Aynı zamanda sevilmenin ve sevmenin o tarifsiz suskunluğunda yankılanan bir iç şarkı... Okurken kendinize, "sevmek güzel" diyen susan kalbinizi duymanızı diliyorum. Seni sarsa bu eller... seni sevse... Sevip de sevginden güle dönse... Kokuna bürünüp Çiçek olup Kokun yaymak... Hani söylemek istesem... Hani anlatmak istesem... Anlatamazsın Susarsın... Seninle susmak... Hüzün, neşe, sevinç... Ağlamak — hem de hıçkırarak... Seni düşünüp ağlamak... Seninle ağlamak... Sevensin, sevdiğim... Sevdiğini bildiğim... Sevgi olup kokan, Menekşe kokan gülüm... Susar sözlerim... yağar yağmurum... gözyaşım... Seninle gözyaşı olup Yağmak... Sana hasret toprağım... Hasretimsin, yağmurum... Sana hasret olup Beklemek... Sevensin,...

Seher Yeli

🎶 Seher Yeli Söz & Beste: [Mehmet Ayhan] Nazlı bir seher yelinin rüzgârla birleştiği, yıldızların dağların üstüne sarktığı o derin içli anlardan ilhamla doğan bu türkü; sevdayı, özlemi, vefayı ve Anadolu'nun duygulu ruhunu taşıyor. Her dizesinde yayla çiçeklerinin kokusu, turnaların göçü ve içli bir bekleyiş var… Seher yeli eser yine nazlı nazlı Hangi kalpte kim var, kimdir sende saklı Kaybolmuş yarınlar, hasretler geçer Bir sensin sevdiğim, geçmeyen bahar Uzun yaylalarda çiçekler açmış Söyleyin yârime, sevdiği gül açmış Ne güzel de açmış, Sevdiğim bir başka, sevgine al beni Her gönlün vardır bir sevdiği Şarkılar yazılır o günden beri Derdini sevdiğim, güzel dilberi Güllerin bir başka, kokuna al beni Dereler akar, çaylar dolanır Bizim memleket şimdi başkadır Buram buram sevdan, sevdan başkadır Sevdana al beni Gönlümde sen varsın, gönlüne al beni Yıldızlar sarkarken dağların üstünü Geceye karışır içimin hüzünü Of çeker rüzgâ...

Bırak Sende Kalayım

Bir fısıltı gibi, bir dua gibi... Kalbinin kuytusunda yankılanmak isteyen bir ses. Zaman bazen sözcüklere sığmaz, kalbin en derin yerinde bir çiçek gibi saklı kalır. Bu şiir, söylenemeyenlerin, göz göze bakıp susulanların, belki de sadece bir bakışla anlatılmak istenenlerin izini sürüyor. Ay ışığının tenimize düştüğü, rüzgarın adını fısıldadığı o anlarda yazıldı... Bırak, Sende Kalayım Ay ışığı gibi süzülürken, Gölgen düşer aklıma. Rüzgarın taşıdığı nefesi, Gizlediğim bahçeni, çiçeklerini... Bırak, sende kalayım. Sana söylesem: Sırlarımı, Aşkımı, Kalbimi, Gizlediğim bahçemi, çiçeklerimi... Bırak, Bırak sende kalayım. Açık pencerem seni beklerken, Güller vazomda sen kokarken, Her kelimem sana, Sana yazılırken... Bırak, Bırak sende kalayım. Söylesem, söylesem... Sana söylesem... Sana ben ne söylesem... Unutulmuş bir yemin gibi, Mühürlenmiş mektuplarım. Adresim — Kalbinin en kuytu köşesi... Bırak, Bırak sende kalayım. Sana ben söylesem: Aşkımı, Kalbimi......

“Rü-ya: Özün Görünen Yüzü” – Bir Kelimenin Peşinde

  Herkesin Bildiği, Kimsenin Anlamadığı Bir Kelime Rüya… Hepimizin bildiği, kimi zaman anlattığı, kimi zaman içinde kaybolduğu bir kelime. Ama gerçekten nedir rüya dediğimiz şey? Bir gece ziyaretçisi mi? Zihnin oyunu mu? Yoksa ruhun kendiyle konuşması mı? Gelin bu kadim kelimenin peşine düşelim: Hem dilin izlerini sürelim, hem de sezgisel anlam alanlarını keşfedelim. 1. Rüya'nın Etimolojik Kökeni: “Görmek” Bugün Türkçede kullandığımız “rüya” kelimesi, **Arapça kökenli “رُؤْيَا” (ru’yâ)**dan gelir. Bu kelime, “görmek” anlamına gelen “رَأَى” (raʾā) fiilinden türetilmiştir. Yani rüya, özünde “görü” , “görme hali”, hatta “manevî görme” anlamını taşır. Zaten klasik metinlerde de rüya çoğu zaman ilahi bir işaret, sembolik bir mesaj, ya da içsel hakikatin perde arkasındaki yansıması olarak görülmüştür. 2. Halk Arasında Rüya: Günlük hayatta rüya deyince genellikle iki şey anlaşılır: Uyurken görülen görüntüler (bilinçaltı ürünleri) Güz...

Bilinç: Cüzde Gizli Olan Kül

  “Parçaları okuyoruz ama bütünü görebiliyor muyuz?” Bilinç, ne yalnızca zihinsel bir faaliyet ne de sadece nörolojik bir süreçtir. O, varoluşun her zerresinde yankılanan kadim bir sır, hem parçayı hem bütünü içinde taşıyan bir varlık halidir. Bu yazıda, bilincin derin doğasına dair bir tefekkür yolculuğuna çıkıyoruz. Cüz ile kül arasındaki görünmez bağı; Kur’an-ı Kerim örneğiyle, idrak ve tefekkür penceresinden ele alıyoruz. Bilginin bilince, bilincin hakikate dönüştüğü bu yazı; içsel bir uyanışı, zihinsel değil ruhsal bir kavrayışı çağırıyor. Oku, düşün, hisset… Çünkü bazen bir kelime, bütünü hatırlatır. – Bilgiden Bilince, Parçadan Bütüne – Bilinç… Ölçülemeyen, tanımlanamayan ama sezilebilen bir varlık hâli. Ne tam anlamıyla kavranabilir, ne de gözle görülür bir yere oturtulabilir. Fakat insan, idraki ölçüsünde onu hisseder. Bilinç, görünmeyen bir hakikatin; her zerrede yankılanan sessiz bir şarkısı gibidir. Bir Nokta Gibi Görünüp Bütünü Kuşatan Bilinç; varoluşun ...